Geçen hafta çıktığımız Belçika seyahatimizde Brüj, Gent ve
Brüksel şehirlerini gezdik. Kanallar şehri Brüj, dinamik üniversite şehri Gent, terör olaylarının gölgesindeki
Avrupa Birliği ve Belçika başkenti Brüksel...
Hemen hemen her türlü gezi sitesinde yer alan nerede ne
yapılır, ne edilir, neresi gezilir veya ne yenilir içiliri anlatmak
yerine tanıştığımız birkaç güzel insanı anlatmak istiyorum.
Masal şehri, rüya şehri veya hayaller şehri diyebileceğimiz Brüj'de küçücük çok sıcacık bir
dükkanı işleten Marie ve Roland çiftinden söz etmek istiyorum.
Tren istasyonundan Gent'e doğru yola
koyuluyoruz. Gent şehrini birkaç saat içinde gezdikten sonra akşam Brüksel'e
ayak basıyoruz. Ertesi gün tüm müzelerin kapalı olduğu az sayıda işletmenin
açık olduğu Avrupa başkentini silahların gölgesinde gezerken karşımıza bir
sanat galerisi beliriyor. Dışarıdan içeriye göz atarken sanatçının sürrealist
fırça darbelerini görebiliyorduk. Sanat eserlerine dışarıdan bakarken içeriye girmek
gibi niyetimizin olmadığı anda fırça darbelerinin sahibi Valentin bizi içeriye
davet ediyor. İçeri girdiğimizde Sürrealizm ve Salvador Dali etkilerini
gördüğümüzü anlatmaya çalışırken Valentin Da Vinci'den de etkilendiğini
anlatıyor bize. Brüksel'de yaşayıp yaşamadığımızı merak ediyor. Türkiye'den
geldiğimizi söyleyince, "Merhaba Komşu" diyor. Ben de birkaç Bulgarca
sözcükle karşılık veriyorum O'na.
Sofya
doğumlu Valentin yaklaşık 23 yıldır İspanya'nın Malaga şehrinde yaşıyormuş.
Sanatından, eserlerinden, Bulgaristan'dan, Türkiye'den bahsederken belki bir
gün Malaga'daki stüdyosunu ziyaret edebileceğimizi söylüyoruz. O da gayet mutlu
bir şekilde "Neden Olmasın?" diyor. Freiburg'ta geçici süreyle
yaşadığımızı söyleyince hemen Scwarzwald'ten bahsediyor bize. Stuttgart'a çok
yakın olan Herman Hesse'nin doğum yeri Calw'de iki defa sergi açtığını
anlatıyor. Tüm bu sohbetler esnasında bir adet eserini satın alan kişilerle de sohbet etmeyi ihmal etmeyen Valentin bizi İspanyol eşi Charo ile
tanıştırıyor. Kendisi Bulgarca öğrenmiş ve benim orada doğduğumu öğrenince
benim de Bulgarcayı bilip bilmediğimi soruyor. Eşi Valentin gibi nazik, zarif
bir hanımefendi. Biz sergiyi bir yandan gezip bir yandan sohbet ediyoruz,
eserler de sohbet kadar iç açıcı ve dikkate değer. Kaldığımız
sürenin sonuna gelirken bir hatıra fotoğrafı çektirmeyi ihmal etmiyoruz.
Brüksel'i silahların gölgesi yerine sanatı ile hatırlatacak Valentin
Kovatchev'e sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz.