14 Haziran 2016 Salı

Bir Zamanlar Sanata Dair Karalamalarım


SANATIN ÇOCUKLUĞU*

Hafifçe beliren bir renk çizgisi, taşa çizilmiş insan vücudu, insan kendi gizemine tanıklık edercesine yepyeni davranışlar içerisinde...
Atalarımız yeni davranışlar geliştirerek hayvanlar aleminden uzaklaşıyor; ilk desen, ilk gravür beliriyor... Bu dönemde sanat hissi insanın tekelinde. 35000 yıl öncesinin insanları Homo sapiensler, her halükarda varlıklarının ispatında sanatsal bir yaratıcılığın başlangıcında…

Kuğu Kemiğinden Yapılmış Bilinen En Eski Flüt. Aurignacian Dönem, 35000-40000. Landmuseum Württemberg, Stuttgart.

Sanat kendini karmaşıklığa giden ve süregelen bir evrimin içinde buldu. Evrenle yaşamı birleştiren insanın kültürünü, zekasını, algılamasını geliştirmesiyle devam eden bir karmaşıklık içinde... Sanat insanın gerçeği zihinsel imaja dönüştürdüğü andan beri var. Bu anlamda “artistik” duygunun doğuşunu sorguladıkça bunun çok eski zamanlara gittiğini keşfederiz. Böylece çok çok eski zamanlarda iki veya üç yüz bin yıl gerilerde sanatsal eylemlerin izlerini buluruz.
İsrail'de günümüzden 235.000 yıl öncesine tarihlenen bir tabakada, kafayı ön plana çıkaran üstünde minik çizgilerin bulunduğu, biçimi kadın silüetini andıran bir taş bulunmuştur. Bundan farklı olarak farklı arkeolojik sitlerde atalarımızın yüz binlerce yıl öncesinde aşı boyası kullanmaya başladığını ortaya çıkardı. Bir kemik parçası üzerindeki birkaç oyuk çizgi, küçük bir taş koleksiyonu, renk izleri... Bunlar sanattan bahsetmek için cılız veriler. 35.000 yıl önce modern insan, sofistike tekniklere geçiyordu. Boyuyor, oyuyor, biçim veriyordu. Onlar çoktan usta mı olmuşlardı?. İşte gerçek sanat böyle mi doğuyordu?
Hayvanların bıraktığı izler, sanatın doğuşunda baskın rol oynamış olmalı. Paleolitik Dönemin avcıları, yırtıcı hayvanların izlerini çok iyi biliyorlardı. Genç erkeklere bu izleri tanımayı öğretmek, eğitimlerinin önemli bir etabını oluşturuyordu. Kendini daha iyi anlatabilmek için desen çizmek, sanatın ortaya çıkışındaki ihtimallerden biri...
Günümüzden 38000 yıl öncesinden itibaren Neolitik Dönemin başlangıcına dek sanat, kendini çoğunlukla hayvanların, nadiren insanların betimlendiği mağara resimleri, gravürler ve heykeller olarak gösteriyor. Bugün çok eski zamanlardan bize ulaşanlar özellikle korunmuş olan freskler, yani mağara içindekiler...

Paleolitik İnsanının Mağara Tavanına Yaptığı Resmi Gösterir Replika, Barcelona Arkeoloji Müzesi.

1940'larda güzel ve  ünlü Lescaux Mağara'sı bulunduğunda daha güzeli bulunamaz dendi. Yüzyılın sonuna doğru, GÖ. 25.000-17.000 yılları arasına tarihlenen muhteşem hayvan resimleriyle Cassis'in küçük koylarında uykuya dalmış su altı mağarası Cosquer ortaya çıktı. Süslü mağaraların en eskisi 31000 yıllık Ardeche'deki Chauvet Mağarası... 31000 yıl önce atalarımız sonsuza kadar kalacak eserler verdiklerini düşünmüyorlardı herhalde...
Gravür en yaygın usule benziyor, belki de iyi korunduğu için bunu seçiyorlar. İnsanlar kayaların değişken kısımlarından yararlanarak bitmez tükenmez bir çeşitliliğe ulaşıyorlar; ince gravürler, kazıyarak temizlemeler, çubuklarla işaretlemeler, derin gravürler yada kirli araba camlarına resim yapan çocuklar gibi yumuşak tabakayla kaplı yüzeylerin üzerine parmakla yapılan gravürler... Mağaraların içinde tamamıyla parmak iziyle kaplı iç bölmeler ve kemerler bulunmuştur. İnce gravür yapımı en zor olanıdır. Gravürü yapanlar bunları genelde çakmaktaşından sert bir uçla işlemişlerdir. Sonra kayanın yüzeyinde kalan incecik bir tabakayı kaldırıyor ve beyazlık elde ediliyordu. Ama birkaç yüz birkaç bin yıl sonra gravürün üstü kirleniyor ve yanındakiyle aynı rengi alıyor.

Ulusal Arkeoloji Müzesi'ndeki Paleolitik Dönem Gravür Sanatına Dair Örnekler, Paris.

İnanılmaz bir sanatsal olgunluğun delili bunlar. 30-35 bin yıl önce atalarımız bütün teknikleri biliyorlardı. İlave rölyeflere şekil vermek için iş bölmelerin doğal çevrelerini kullanıyorlardı. Üçüncü boyutu ikinci boyuta çevirmeyi biliyorlardı; Chauvet Mağarası'nda bu görülüyor. Lescoux'da tavana ulaşmak için iskele kuruyorlardı. Bunun delikleri  hala Fransızların en güzel mağarasında görülür.

Ulusal Arkeoloji Müzesi'ndeki Paleolitik Dönem Müzik Aletlerine Dair Örnekler, Paris.

Ve karşımızda yağlı boya resim! Boyanın imalatı için çakıl topluyorlar. Kilin içine demirin biyoksidini karıştırıp aşı boyası rengi, kömür veya manganezin biyoksidiyle siyah, demirin oksitleriyle de kırmızı elde ediliyor. Çakıllar kalem gibi kullanılarak desen çiziyorlar.
Lescaux'daki hayvanlar boya üflenerek yapılmış yada belki sivri bir kemiğin yardımıyla. Delikli resim kalıbı tekniği gibi. Böylece çok ilginç kabartılara imkan veren bir tür leke elde ediliyor. Resimler parmakla yada at yeleleri yada başka hayvanlardan elde edilen tüy fırçalarla yapılıyor. Paleolitik çağ ressamları neredeyse her şeyi icat etmişlerdi.

Ulusal Arkeoloji Müzesi'ndeki "La Dame A La Capuche, Paris.

Masalsı atlar, bilmece gibi bizonlar, çizgilerle delik deşik edilmiş kişiler... Boyuyorlar, heykel yapıyorlar, oyuyorlar ve güzel mağaraları bize miras bırakıyorlar. Bu sanatçılar aynı zamanda avcılık ve toplayıcılık da yapıyorlar …

Venus Von Willendorf, Viyana Doğa Tarihi Müzesi.

 Mağaralarda dev dağ keçileri, boğalar, inekler, siyah yeleli atlar, narin geyikler kaba bizonlar karşımıza çıkıyor. Lescoux'da ve diğer mağaralarda gördüğümüz o muhteşem hayvanlar… Mağaralarda aynı zamanda pek çok gizemli işaret ve birkaç insan eskizi var.
Sanatçılar güneşi, ayı, bulutları, yıldızları işlemiyorlar. Florayı da görmezden geliyorlar. Ne ağaçlar ne de bitkiler var… Manzara da yok ev de... Yiyecek toplayan grupları gösteren sahneler de görünmüyor. Günlük yaşam betimlenmiyor. Görünüşe göre atalarımız, aile yaşamını göstermek gibi bir amaç için resim yapmıyor. Hayvanlar binlerce yıllık uzaklıktan bile son derece canlı sanki bir kaya duvarından diğerine sıçramaya hazır duruyor gibiler. Basmakalıp düşünceyle at, bizon yada mamutlar yapmıyorlar. Tam tersine onları yaşı, cinsiyeti ve davranışlarıyla tanınması mümkün kişilikler olarak gösteriyorlar. Örneğin; yaşlı ve erkek bir bizon söz konusuysa yeri eşeler çünkü mutlu değildir.
Belirsiz işlenmiş tam figürler dışında mağaralarda vücudun bazı kısımları tek başına kollar yada kafalarla karşılaştırılmıştır. Genelde saçsız yapılmış, karikatürümsü çizgiler taşıyan bazen dev burunlu, kafalarına bakılarak dişi mi yoksa erkek mi olduğu anlaşılamayan betimlerdir. Vücudun diğer kısımları ve bazen cinsel organları da var. Cosquer'de erkek cinsel organı betimlenmiş. Ancak genel duruma bakıldığında kadın cinsel organı daha fazla. Mağara bir çeşit anne oluyor, toprağın anneliği gibi....
Prehistorik Dönem sanatçıları mağaralara tuhaf işaretler yapıyorlar adeta imzalarını atar gibi. Duvarlara işlenmiş meşhur gizemli eller... Boyalı ellerini kayalara yapıştıran atalarımız "pozitif el" dediğimiz şeyi elde ediyorlar. Delikli resim kalıbı tekniği ile de negatif eller yapıyorlar. Ellerini iç bölmeye yapıştırdıktan sonra çevresine boya üflüyorlar. Böylece parmakları kontur halinde beliriyor.
Mağaraların iç bölmelerini kaplayan o noktalar, o çizgiler, o çomaklar... Freskler kadar gösterişli olmadığını düşünebilirsiniz. Buna karşın çok sayıdalar. Chauvet Mağarası'ndaki tek bir panoda yüz yirmi kırmızı nokta var. Bu işaretler 20000 yıl boyunca süren Paleolitik sanatın şaşırtıcı sürekliliğini gösteriyor. Hiyerogliflerden farklı olarak bunların çözümü imkansız gibi görünüyor.
Paleolitik Dönemde yaşamış büyük baba ve ninelerimiz düşmanlarla dolu bir dünyada hayatta kalmak için mücadele ediyorlardı. Kesinlikle dışarıdan başka bir güçten yardım istemek zorundaydılar. Mağara resimleri sanatın ötesinde büyü törenlerini anlatıyor. Her resim ve gravür bir av törenini tasvir ediyor. Büyücü avı kolaylaştırmak için mağaraya gidiyor ve bir okla delinmiş bizon resmi çiziyor. Dişi hayvanlara büyük bir karın eklerse bu av hayvanlarının üremesini garantilemek içindir. Aslan gibi tehlikeli bir hayvan çizdiğinde desenin üzerine bir çakıl taşıyla aralıksız vurur ve onu yaralar yada yok eder.
Paleolitik sanat, tartışmasız sembolizme, inanca, kutsallığa dayalıydı. Paleolitik Dönem insanları ulaşılması zor karanlık mağaralara, zorlayıcı nedenler olmadan girmezlerdi. Eğer bu binlerce yıl aynen uygulanmışsa altında yatan nedenleri ortaya çıkarmak gerekmez mi?

* 2002 yılında www.prehistorya.com  adlı internet sitesinde yayınlanmıştır.







9 Haziran 2016 Perşembe

2016 Arkeoloji Kumpanyası Öncesi Bir Nostalji: AKARÇAY TEPE (2002)


BİR KAZININ GÜNLÜĞÜ: AKARÇAYTEPE *

        Akarçaytepe, Şanlıurfa il merkezinin batısında Birecik ilçesinin güneyinde Akarçay köyünün                 batısında Fırat Nehri'nin doğusunda yer alır…

Akarçay Tepe 2002. Oğuz Erdur, Sezai Aydemir, Abdullah Değerli, Nazmi Üney, Mihriban Özbaşaran, Yutaka Miyake, Serhan Mutlu, Murat Akman, Güneş Duru. Behçet Süzen ve aramızdan ayrılan Hacı arka tarafta...

Günün ışıkları gözükmeden tüm kazı ekibi uyanır. Sabahın 04:30’da arkadaşınıza “Günaydın” dediğinizde içinizi çok garip bir duygu kaplıyor. Kahvaltı yapılıyor ve sonrasında tüm tepe ekibi minibüse biniyor. Nivo, mira, teodolit, cetvel, metreler, çantalar vb... kapılıp minibüse konuluyor. Minibüste ister uyuyun ister uyumayın Orhan Gencebay’ın  “Batsın Bu Dünya” şarkısını mutlaka dinliyorsunuz. Yarım saat sonra işçilerin bulunduğu Akarçaytepe’ye gelinir ve isim kontrolü yani okuldaki gibi yoklama yapılır işçilerin…

Akarçay Tepe 2002. Mihriban Özbaşaran, Osamu Maeda, Murat Akman, Erkan Akpınar, Yutaka Miyake, Abdullah Değerli, Raquel Piquet, Walter Cruells, Güneş Duru, Serhan Mutlu, Behçet Süzen, Nazmi Üney, Sezai Aydemir, Maria Sana ve Hitomi Hongo. aramızdan ayrılan Nur Balkan Atlı ve Miguel Molist fotoğrafta yer almıyor.


        Günün ilk ışıklarıyla Fırat’ın karşısında faaliyetler başlar. Akarçaytepeliler toprak altındakileri    
        görmek için çalışmaya koyulurlar. Ekipler üç kişiliktir. Kazmacı, kürekçi ve arabacı. Kazmacı                rütbeli sayılır. Kazmacı topraktaki değişikliği gördüğü vakit  arkeoloğu haberdar eder.

Orta PPNB 27 X Açması. Taş Temelli Kerpiç Duvarlı Izgara Planlı Yapı
Akarçaytepe’yi uluslararası bir ekip kazıyor. Japon, İspanyol, Türk arkeolog ve öğrencilerine işçileri Kürt olanlar destek veriyor. Kazı başkanı İstanbul Üniversitesi Prehistorya Anabilim Dalı Profesörü Nur Balkan Atlı’dır. Çalışmanın belli bir yerinde bir ses yükselir "PAYDOOOS". Bunu dile getiren herkesle çok iyi geçinen sıcakkanlı Miguel Mollist’ten başkası değildir. Kuşluk vakti herkes için bir dinlenmedir. Kaçak çaylar peynir, ekmekle içilir ve bir de karpuz varsa deymeyin keyfimize. Atıştırırken durum tahlili de yaparsınız ama daha çok geçmiş anlatılır. Murat Abi’nin Braidwood'larla olan anıları çok hoştur. Yarım saatlik vakit dolmuştur ve “İş başı” Erkan tarafından haber verilir. Arkeoloji kazarken tahrip etmek esasına dayanır. Alttakini bulmak için üstteki yerinden kaldırılır. Ancak belgeleme devreye girer. Arkeolog ya da öğrenci; ocağını, duvarını, temelini kaldırmadan önce mutlaka siyah beyaz, renkli fotoğrafı ile beraber diasını çekmeli ki bu kanıtlar Kültür Bakanlığına, müzeye, kazı komiserine (Behçet Abimiz) verilebilsin. Bu iş bitince ise çizime geçersiniz. “Güneş” tepenizde ise işiniz zor demektir. Hareketin hemen hemen hiç yapılmadığı çizimde güneş başınıza geçebilir. Ancak bunun da korunma yolu var elbette; “poşu” başa... Hem başınızı hem de ensenizi sıcaktan korur. Çizim günlerce sürecektir. Yani bol kağıt, kalem, silgi esasına dayanır.

25 U Akarçay Tepe II. Evresi Kireç Taşından Tabanlar ve Düzlemler ile Özensiz Yapının Duvar Kalıntıları

Bugünün arkeolojisinde bir kazı başlamadan amaçları saptanır. Uygulanan kazı sistemi, kayıt sistemi, ekibi oluşturan uzmanların niteliği, toplanan verilerin çeşidi bu çalışma bütünün parçalarıdır. Ama kurtarma kazılarında tüm güçler seferber edilir. Önceki yılların kılı kırk yaran titizliğine vakit yoktur.Araştırmak ve keşfetmek yalnızca kazı alanıyla sınırlı değildir. Tatil günlerinde (Kazılarda tatil genelde Cuma günüdür; işçiler “Cuma’ya” gider.) Peygamberler şehri Urfa’nın Bedesteninde alışveriş yapılır. Harran’a, Göbeklitepe’ye veya pikniğe gidilir. Piknik Kargamış Höyüğü’nün yanı başında suyun ve Suriye’nin kenarında yapılır. Piknikte yenilir, içilir, top oynanır ... Piknikte bir de dedikodular alır başını yürür. Urfa acısının hakim olduğu etleri pişirmekte ayrı zevktir. Güreşmek, uzun eşek oynamak ve ağaçlara tırmanmak sizi stresten uzaklaştırır. Tozuyla toprağıyla bir gün daha geride kalmıştır, tepede. Akşam sofrası kazı hayatının en zevkli anlarındandır. Konuşulur, tartışılır, gülünür ve bol bol içilir (iyi arkeolog iyi içer misali)...

*2002 yılında "prehistorya.com" adlı internet sitesinde yayınlanmıştır. Bu metinde ise birkaç değişiklik yapılmıştır. 

Akarçay Tepe 2002. Tepede Son İş Günü.

 Hangi Avrupa Ülkesinde Yolunu Kaybetmek İsterdin? A. Andorra B.  Liechtenstein C. San Marino D. Monaco E. Luxembourg F. Malta