Alternatif bir arayışa yönelmek mi, bir arada yaşamaya karar vermek mi? Yoksa her ikisi de mi? Dünyanın bu halini kabul etmeyip iyileştirmekle beraber Mars'ta yaşam kurmak, neden olmasın? Dünyaya ne kadar alıştık, dünyayı ne kadar içimize sindirdik ve neden hala birbirimizin boğazını gırtlaklıyoruz? Ve 7 milyarlık bir nüfusa nasıl ulaştık? Kendimizi ve evreni tanırken o bitmek bilmez merağımızı nereye kadar götüreceğiz? Sonsuzluğun içinde gidebildiği yere dek elbette, değil mi ama? Vahşi kapitalizmin yarattığı çeşit çeşit savaşlar, açlık ve susuzlukla mücadele eden insanlar, iklim meselesi, su sorunu, kirli hava derken geleceğe bırakacağımız miras bunlar olmayacak, olmamalı! Olacak olanı laflarsak; sanat, bilim, temiz çevre, temiz siyaset, temiz spor, özgürlük, sağlam bellek, beraber yaşama ve üretme isteği ile temebellik hakkımız şimdinin ve iki adım ötesinin yaşam pratikleri olmalıdır... 7 milyar, neden 7 kişilik bir aile gibi birlikte yaşayamasın ki? Bunlarla birlikte Mars'ta nasıl yaşayabilirizin cevabına bu psikolojik, duygusal ve pragmatik unsurlar da dahil olabilir. Elbette bitmeyen hayal gücümüz ile merağımız Mars'ı ve diğer yıldızları düşünmemizi kaçınılmaz kılıyor. Hayat var mı, koloni kurulabilr mi, Dünya - Mars arası seyehat gerçekleşebilir mi? Olur, hepsi olur; da önce insan olduğumuzu unutmayalım ve tüm değerleri içimize sindirebilelim. Farklı ve farksız tüm renkleri, renksizlikleri bilelim kabullenelim. Hal böyle olursa bilim dünyasının tüm çabaları birkaç tık olasılıkla daha rahat bir gerçekleşme zeminine sahip olacaktır. Mars'ı yaşayalım, Dünya'yı da yaşayalım; ama yıkmadan, yakmadan...
22 Aralık 2016 Perşembe
14 Haziran 2016 Salı
Bir Zamanlar Sanata Dair Karalamalarım
SANATIN ÇOCUKLUĞU*
Hafifçe beliren bir renk çizgisi, taşa
çizilmiş insan vücudu, insan kendi gizemine tanıklık edercesine yepyeni
davranışlar içerisinde...
Atalarımız yeni davranışlar
geliştirerek hayvanlar aleminden uzaklaşıyor; ilk desen, ilk gravür beliriyor...
Bu dönemde sanat hissi insanın tekelinde. 35000 yıl öncesinin insanları Homo sapiensler,
her halükarda varlıklarının ispatında sanatsal bir yaratıcılığın başlangıcında…
Kuğu Kemiğinden Yapılmış Bilinen En Eski Flüt. Aurignacian Dönem, 35000-40000. Landmuseum Württemberg, Stuttgart. |
Sanat kendini karmaşıklığa giden ve süregelen
bir evrimin içinde buldu. Evrenle yaşamı birleştiren insanın kültürünü,
zekasını, algılamasını geliştirmesiyle devam eden bir karmaşıklık içinde... Sanat
insanın gerçeği zihinsel imaja dönüştürdüğü andan beri var. Bu anlamda “artistik”
duygunun doğuşunu sorguladıkça bunun çok eski zamanlara gittiğini keşfederiz. Böylece
çok çok eski zamanlarda iki veya üç yüz bin yıl gerilerde sanatsal eylemlerin
izlerini buluruz.
İsrail'de günümüzden 235.000 yıl öncesine
tarihlenen bir tabakada, kafayı ön plana çıkaran üstünde minik çizgilerin
bulunduğu, biçimi kadın silüetini andıran bir taş bulunmuştur. Bundan farklı
olarak farklı arkeolojik sitlerde atalarımızın yüz binlerce yıl öncesinde aşı boyası kullanmaya
başladığını ortaya çıkardı. Bir kemik parçası üzerindeki birkaç
oyuk çizgi, küçük bir taş koleksiyonu, renk izleri... Bunlar sanattan bahsetmek
için cılız veriler. 35.000 yıl önce modern insan,
sofistike tekniklere geçiyordu. Boyuyor, oyuyor, biçim veriyordu. Onlar çoktan
usta mı olmuşlardı?. İşte gerçek sanat böyle mi doğuyordu?
Hayvanların bıraktığı izler,
sanatın doğuşunda baskın rol oynamış olmalı. Paleolitik Dönemin avcıları,
yırtıcı hayvanların izlerini çok iyi biliyorlardı. Genç erkeklere bu izleri
tanımayı öğretmek, eğitimlerinin önemli bir etabını oluşturuyordu. Kendini daha
iyi anlatabilmek için desen çizmek, sanatın ortaya çıkışındaki ihtimallerden
biri...
Günümüzden 38000 yıl öncesinden
itibaren Neolitik Dönemin başlangıcına dek sanat, kendini çoğunlukla
hayvanların, nadiren insanların betimlendiği mağara resimleri, gravürler ve
heykeller olarak gösteriyor. Bugün çok eski zamanlardan bize ulaşanlar
özellikle korunmuş olan freskler, yani mağara içindekiler...
Paleolitik İnsanının Mağara Tavanına Yaptığı Resmi Gösterir Replika, Barcelona Arkeoloji Müzesi. |
1940'larda güzel ve ünlü Lescaux Mağara'sı bulunduğunda daha
güzeli bulunamaz dendi. Yüzyılın sonuna doğru, GÖ. 25.000-17.000 yılları
arasına tarihlenen muhteşem hayvan resimleriyle Cassis'in küçük koylarında
uykuya dalmış su altı mağarası Cosquer ortaya çıktı. Süslü mağaraların en eskisi
31000 yıllık Ardeche'deki Chauvet Mağarası... 31000 yıl önce atalarımız sonsuza
kadar kalacak eserler verdiklerini düşünmüyorlardı herhalde...
Gravür en yaygın usule benziyor, belki de iyi
korunduğu için bunu seçiyorlar. İnsanlar kayaların değişken kısımlarından
yararlanarak bitmez tükenmez bir çeşitliliğe ulaşıyorlar; ince gravürler,
kazıyarak temizlemeler, çubuklarla işaretlemeler, derin gravürler yada kirli
araba camlarına resim yapan çocuklar gibi yumuşak tabakayla kaplı yüzeylerin
üzerine parmakla yapılan gravürler... Mağaraların içinde tamamıyla parmak
iziyle kaplı iç bölmeler ve kemerler bulunmuştur. İnce gravür yapımı en zor
olanıdır. Gravürü yapanlar bunları genelde çakmaktaşından sert bir uçla işlemişlerdir.
Sonra kayanın yüzeyinde kalan incecik bir tabakayı kaldırıyor ve beyazlık elde
ediliyordu. Ama birkaç yüz birkaç bin yıl sonra gravürün üstü kirleniyor ve
yanındakiyle aynı rengi alıyor.
Ulusal Arkeoloji Müzesi'ndeki Paleolitik Dönem Gravür Sanatına Dair Örnekler, Paris. |
İnanılmaz bir sanatsal olgunluğun
delili bunlar. 30-35 bin yıl önce atalarımız bütün teknikleri biliyorlardı. İlave
rölyeflere şekil vermek için iş bölmelerin doğal çevrelerini kullanıyorlardı.
Üçüncü boyutu ikinci boyuta çevirmeyi biliyorlardı; Chauvet Mağarası'nda bu
görülüyor. Lescoux'da tavana ulaşmak için iskele kuruyorlardı. Bunun
delikleri hala Fransızların en güzel
mağarasında görülür.
Ulusal Arkeoloji Müzesi'ndeki Paleolitik Dönem Müzik Aletlerine Dair Örnekler, Paris. |
Ve karşımızda yağlı boya resim!
Boyanın imalatı için çakıl topluyorlar. Kilin içine demirin biyoksidini
karıştırıp aşı boyası rengi, kömür veya manganezin biyoksidiyle siyah, demirin
oksitleriyle de kırmızı elde ediliyor. Çakıllar kalem gibi kullanılarak desen
çiziyorlar.
Lescaux'daki hayvanlar boya
üflenerek yapılmış yada belki sivri bir kemiğin yardımıyla. Delikli resim
kalıbı tekniği gibi. Böylece çok ilginç kabartılara imkan veren bir tür leke
elde ediliyor. Resimler parmakla yada at yeleleri yada başka hayvanlardan elde
edilen tüy fırçalarla yapılıyor. Paleolitik çağ ressamları neredeyse her şeyi
icat etmişlerdi.
Ulusal Arkeoloji Müzesi'ndeki "La Dame A La Capuche, Paris. |
Masalsı atlar, bilmece gibi
bizonlar, çizgilerle delik deşik edilmiş kişiler... Boyuyorlar, heykel
yapıyorlar, oyuyorlar ve güzel mağaraları bize miras bırakıyorlar. Bu
sanatçılar aynı zamanda avcılık ve toplayıcılık da yapıyorlar …
Venus Von Willendorf, Viyana Doğa Tarihi Müzesi. |
Mağaralarda dev dağ keçileri,
boğalar, inekler, siyah yeleli atlar, narin geyikler kaba bizonlar karşımıza
çıkıyor. Lescoux'da ve diğer mağaralarda gördüğümüz o muhteşem hayvanlar…
Mağaralarda aynı zamanda pek çok gizemli işaret ve birkaç insan eskizi var.
Sanatçılar güneşi, ayı, bulutları,
yıldızları işlemiyorlar. Florayı da görmezden geliyorlar. Ne ağaçlar ne de
bitkiler var… Manzara da yok ev de... Yiyecek toplayan grupları gösteren sahneler
de görünmüyor. Günlük yaşam betimlenmiyor. Görünüşe göre atalarımız, aile
yaşamını göstermek gibi bir amaç için resim yapmıyor. Hayvanlar binlerce yıllık
uzaklıktan bile son derece canlı sanki bir kaya duvarından diğerine sıçramaya
hazır duruyor gibiler. Basmakalıp düşünceyle at, bizon yada mamutlar yapmıyorlar.
Tam tersine onları yaşı, cinsiyeti ve davranışlarıyla tanınması mümkün
kişilikler olarak gösteriyorlar. Örneğin; yaşlı ve erkek bir bizon söz
konusuysa yeri eşeler çünkü mutlu değildir.
Belirsiz işlenmiş tam figürler dışında mağaralarda
vücudun bazı kısımları tek başına kollar yada kafalarla karşılaştırılmıştır.
Genelde saçsız yapılmış, karikatürümsü çizgiler taşıyan bazen dev burunlu,
kafalarına bakılarak dişi mi yoksa erkek mi olduğu anlaşılamayan betimlerdir.
Vücudun diğer kısımları ve bazen cinsel organları da var. Cosquer'de erkek
cinsel organı betimlenmiş. Ancak genel duruma bakıldığında kadın cinsel organı
daha fazla. Mağara bir çeşit anne oluyor, toprağın anneliği gibi....
Prehistorik Dönem sanatçıları mağaralara
tuhaf işaretler yapıyorlar adeta imzalarını atar gibi. Duvarlara işlenmiş meşhur
gizemli eller... Boyalı ellerini kayalara yapıştıran atalarımız "pozitif
el" dediğimiz şeyi elde ediyorlar. Delikli resim kalıbı tekniği ile de
negatif eller yapıyorlar. Ellerini iç bölmeye yapıştırdıktan sonra çevresine
boya üflüyorlar. Böylece parmakları kontur halinde beliriyor.
Mağaraların iç bölmelerini kaplayan
o noktalar, o çizgiler, o çomaklar... Freskler kadar gösterişli olmadığını
düşünebilirsiniz. Buna karşın çok sayıdalar. Chauvet Mağarası'ndaki tek bir
panoda yüz yirmi kırmızı nokta var. Bu işaretler 20000 yıl boyunca süren Paleolitik
sanatın şaşırtıcı sürekliliğini gösteriyor. Hiyerogliflerden farklı olarak
bunların çözümü imkansız gibi görünüyor.
Paleolitik
Dönemde yaşamış büyük baba ve ninelerimiz düşmanlarla dolu bir dünyada hayatta
kalmak için mücadele ediyorlardı. Kesinlikle dışarıdan başka bir güçten yardım
istemek zorundaydılar. Mağara resimleri sanatın ötesinde büyü törenlerini
anlatıyor. Her resim ve gravür bir av törenini tasvir ediyor. Büyücü avı
kolaylaştırmak için mağaraya gidiyor ve bir okla delinmiş bizon resmi çiziyor.
Dişi hayvanlara büyük bir karın eklerse bu av hayvanlarının üremesini
garantilemek içindir. Aslan gibi tehlikeli bir hayvan çizdiğinde desenin
üzerine bir çakıl taşıyla aralıksız vurur ve onu yaralar yada yok eder.
Paleolitik
sanat, tartışmasız sembolizme, inanca, kutsallığa dayalıydı. Paleolitik Dönem
insanları ulaşılması zor karanlık mağaralara, zorlayıcı nedenler olmadan
girmezlerdi. Eğer bu binlerce yıl aynen uygulanmışsa altında yatan nedenleri ortaya çıkarmak gerekmez mi?
* 2002 yılında www.prehistorya.com adlı internet sitesinde yayınlanmıştır.
9 Haziran 2016 Perşembe
2016 Arkeoloji Kumpanyası Öncesi Bir Nostalji: AKARÇAY TEPE (2002)
BİR KAZININ GÜNLÜĞÜ: AKARÇAYTEPE *
Akarçaytepe, Şanlıurfa il
merkezinin batısında Birecik ilçesinin güneyinde Akarçay köyünün batısında Fırat Nehri'nin doğusunda yer alır…
Günün ışıkları gözükmeden tüm kazı ekibi uyanır. Sabahın 04:30’da arkadaşınıza “Günaydın” dediğinizde içinizi çok garip bir duygu kaplıyor. Kahvaltı yapılıyor ve sonrasında tüm tepe ekibi minibüse biniyor. Nivo, mira, teodolit, cetvel, metreler, çantalar vb... kapılıp minibüse konuluyor. Minibüste ister uyuyun ister uyumayın Orhan Gencebay’ın “Batsın Bu Dünya” şarkısını mutlaka dinliyorsunuz. Yarım saat sonra işçilerin bulunduğu Akarçaytepe’ye gelinir ve isim kontrolü yani okuldaki gibi yoklama yapılır işçilerin…
Akarçay Tepe 2002. Mihriban Özbaşaran, Osamu Maeda, Murat Akman, Erkan Akpınar, Yutaka Miyake, Abdullah Değerli, Raquel Piquet, Walter Cruells, Güneş Duru, Serhan Mutlu, Behçet Süzen, Nazmi Üney, Sezai Aydemir, Maria Sana ve Hitomi Hongo. aramızdan ayrılan Nur Balkan Atlı ve Miguel Molist fotoğrafta yer almıyor.
görmek için çalışmaya koyulurlar. Ekipler üç kişiliktir. Kazmacı, kürekçi ve
arabacı. Kazmacı rütbeli sayılır. Kazmacı topraktaki değişikliği gördüğü vakit arkeoloğu haberdar eder.
Orta PPNB 27 X Açması. Taş Temelli Kerpiç Duvarlı Izgara Planlı Yapı |
25 U Akarçay Tepe II. Evresi Kireç Taşından Tabanlar ve Düzlemler ile Özensiz Yapının Duvar Kalıntıları |
*2002 yılında "prehistorya.com" adlı internet sitesinde yayınlanmıştır. Bu metinde ise birkaç değişiklik yapılmıştır.
Akarçay Tepe 2002. Tepede Son İş Günü. |
26 Mart 2016 Cumartesi
Espagne'da Catalunya ve Andulusya Gezisi
CATALUNYA
Plaça de Catalunya |
Plaça d'Espanya |
Les Rambles |
Günümüze gelecek olursak Les Rambles Caddesi'nin fıkır fıkır hali Erotica Museum ile Mercado de La Boqueria civarında tavan yapıyor.
Mercado de La Boqueria |
Barri Gotic |
Barcelona çok kıymetli bir yere dönüştü bizim için. Antoni Gaudi gibi bir mimara sahip olan Barcelona veya Barcelona gibi bir şehre sahip olan Gaudi birbirlerine sımsıkı bağlı sevgili misali, büyülüyor da büyülüyor gelen gideni.
Gaudi tüm gücünü inandığı dinden ve doğadan alan bir mimar. Fikirlerini, ruhunu belki de fazlaca çılgın halini eserlerine yansıtan nevi şahsına münhasır, bugün bir şekilde sıkıştığımız veya sıkıştırıldığımız köşeleri olan aklımıza çelme atar halde karşımıza çıktı. Keskin hatları, bariyerleri olmayan bu sıra dışı mimar çok çeşitli apartmanlar tasarlarken bir gün eserlerine bu kadar turistin ziyarette bulunabileceğini tahayyül edebildi mi acaba? Ulaşmak için ayaklarımızı ve sabrımızı kullandığımız upuzun yolu olan Güel ailesine teşekkür amaçlı yarattığı Park Güel, masmavi Akdeniz'e bakarken bir yandan da içini ağaçlarla süslediği büyük bir ormanı andıran Sagrada Familia'yı sergiliyordu Gaudi.
İster inançlı olun veya inançsız hatta farklı tek tanrılı veya bin tanrılı dinlere inanın fark etmez, bu büyük orman bizi büyülediği etkilediği kadar sizi de sarmalayacak aradan yıllar geçse bile kendisini unutturmayacak. İçinde barındırdığı sembolik ifade biçimleri aklımızı zorlayacak, gördüğünüz ışık süzmeleri, mimari ayrıntılar ise mimarın ellerini öpecek kadar takdirimizi toplayacak cinstendi. Aman ha, önceden internetten biletinizi 15 Euro ödeyerek alın yoksa dışarıda bekler bekler durursunuz. Bu kadar gezmeye tozmaya can mı dayanır? Yemek şart. Bizler gibi tapası paella ile karıştıranlar varsa şimdiden uyarmak lazım. Tapas bildiğimiz abur cubur atıştırmalıklar anlamında iken, paella tavada pirinçle yapılan isteğe göre deniz ürünlü, sebzeli veya tavuklu gibi çeşitleri olan nispeten bizi daha çok doyuran lezzet çeşidi. Ama unutmayın ki her tarafta her bütçeye uygun yemek var. Uzak Doğu mutfağı da var Türk mutfağı da var. Plaça de Catalunya'ya çok yakın konumda yer alan La Taverna de Barcelona, Barcelona'ya dair pek çok şeyi bulabileceğiniz bir mekan. Tapaslar, Estella biraları, paellaları, deniz ürünleri ile özellikle turistlerin çokça gittiği bir mekan.
Casa Batllo |
Casa Mila |
Sagrada Familia |
Park Güel |
Museu Nacional d'Art de Catalunya |
Plajda Voleybol Oynayanlar |
Akşam hava karanlık dahi olsa plajda insanlar vardı. Voleybol oynayanlar, koşanlar, köpeğini gezdirenler ve kumdan kaleler yapan insanlara, içkilerini yudumlayan cafe barlardan sigara içmek için çıkan başkaları eşlik ediyordu. Hava tertemiz, ruhumuz dingin yolumuz otel odası. Kaldığımız otel Plaça de Catalunya'ya 10 dakikalık uzaklıkta Barcelona Üniversitesi'nin arkasında yer alıyordu. 1900'lerin başında imar edilen birbirini hem dikeyde hem yatayda kesen ızgara planlı caddeler sayesinde yolumuzu hemen bulabiliyorduk. Tripledos Bed & Breakfast adlı otele üç günlüğüne içinde kahvaltısı olmak üzere yaklaşık 180 Euro ödedik ve çok memnun kaldık. Uluslararası Barcelona Havalimanı'ndan bindiğimiz Aeurobus'a 10,20 Euro gidiş dönüş bileti verip yaklaşık 20 dk içinde Universitat durağına geldik.
Barcelona Arkeoloji Müzesi |
Ücreti havalimanı içindeki bürodan veya otobüse binmek üzereyken de ödemek mümkün. Biz Barcelona'dan Granada'ya gideceğimiz gün Uluslararası Barcelona Havalimanı'na Plaça de Catalunya'daki Aerobus ana durağından otobüse binerek gittik. Farklı gidiş ve geliş imkanlarının varlığını bilmemize rağmen bize en rahat ve hızlı ulaşım yolu Aerobus olarak geldi.
Barcelona'nın rengarenk Plaça da Catalunya, Les Rambles ve Barri Gotic Mahallesi kadar bizi mutlu eden şehrin Plaça d'Espanya tarafındaki arena, Catalunya Ulusal Sanat Müzesi (Museo Nacional d'Art de Catalunya), İspanyol Köyü (Poble Espanyol), Arkeoloji ve Etnoloji Müzeleri oldu. Sanat aşıkları olmamızın yanı sıra sanat tarihine ve arkeolojiye olan bakış açılarımızın "uzun süreli" olması sebebiyetiyle müze gezilerimiz hem uzun hem de faydalı olmakla beraber bazen birbirinin tekrarından öteye geçemiyor, sinir bozucu hale bile gelebiliyor. Ancak Olimpiyat Köyü'nün de yakınında yer alan bu müzeler bölgesi bizim için çok güzel geçti. Museo Nacional d'Art de Catalunya ile Pablo Espanyol için kişi başı 18 Euro ödedik. Arkeoloji Müzesi 5, Etnoloji Müzesi için öğrenci tarifesi olarak 3 Euro ödedik.
Barcelona Etnoloji Müzesi |
ANDULUSYA
Granada
Plaza de las Pesiegas |
Albaicin'de Dar Sokaklar |
Şehir merkezine giden ve kişi başına 3 Euro ödediğimiz otobüse binerek yaklaşık 30 dakika sürecek yolculuğumuz başlamıştı. Biz Granada'da iki gün kalıp Seville'ye devam edeceğimiz için ya tren bileti ya da otobüs bileti satın almalıydık. Otobüsün 3 saat, tren yolculuğunun ise 3 saat 15 dakika sürdüğü Granada - Seville yolculuğu için şehir merkezinin kuzeyinde yer alan otobüs terminalinde (ALSA) inerek iki kişi için 45 Euro ödeyerek biletlerimizi satın aldık. Bu işimizi hallederek bir daha şehrin dışında kalan bu yere gelmekten kurtulmuş olduk. Şehir merkezinde yer alan Casa de la Catedral adlı otelimize gitmek için otobüs terminali önünden SN1 numaralı otobüse binip Constitucion durağında aktarma yaparak LAC isimli otobüsle Catedral durağında indik. Şoförden bilet satın almanın mümkün olduğu Granada'da tek biletle bir otobüsten diğerine aktarma yapmak mümkün ve sadece 1,20 Euro ödüyorsunuz. Otelimiz Granada Katedrali'ne bakan konumda yer alıyordu. Çok hareketli ve canlı bir yere geldiğimizi ilk bakışta anladık. Resepsiyona ulaşmak için biraz zaman harcasak da en nihayetinde karşılıklı çat pat İngilizce ile anlaşarak çatı katındaki otel odamıza yerleştik. Odamız Katedrali görüyordu. Temiz ve güzel bir odaydı. Hiçbir otelde görmediğimiz bir özelliği vardı tuvaletin, taharet musluğu bulunuyordu. İki günlüğüne içinde zayıf kahvaltısı olan odamız için 109 Euro ödedik.
Plaza de San Nicolas'tan Alhambra Sarayı |
Çok canlı ve hareketli olan bu şehirde herkes konuşuyor ve gülüyordu. İnanılmaz sımsıcak bir yerdi anlaşılan eskilerin Gırnatası. Ne yapalım ne yapalım demeden önce karnımızı doyurmalıydık. Capcanlı "Calle Navas" sokağına adım attık ve Casa Jose'nin mekanına oturduk. İki kişilik deniz ürünleri ile doldurulmuş tabağa ve 1 litre biraya toplam 20 Euro ödeyerek karnımızı doyurduk. Artık karnımız doymuş ve öğleden sonramızı şehrin sokaklarında geçirmeliydik. Amacımız gün batımını Alhambara Sarayı'nı karşıdan gören Plaza de San Nicolas'ta izlemekti. Elbette oraya gidene kadar Granada'nın tarihi sokaklarından geçerek ruhumuzu doyurmak niyetindeydik.
Plaza Nueva'da Müzisyenler |
Rio Darro Nehri |
Granada Sokaklarında 1 veya 2 Euro'ya Arapça El Yazısı ile İsminizi Yazdırabilirsiniz |
Casa del Arte Flamenco |
Generalife Bahçeleri - Alhambra |
Seville
Granada'dan sabah saat 10:00'da otobüsle yola koyulduğumuz Seville Est Prado otobüs terminaline saat 13:00'te vardık. Yakınında yer alan Plaza de Espanya'ya adım atmak için büyük bir heyecan yaşıyorduk.
Plaza de Espanya |
1929 yılında İber - Amerikan Dünya Ticaret Fuarı için inşa edilen bu büyük yapı kompleksi Arabistanlı Lewrance ile Star Wars I-II filmlerine kapılarını açmış. İçinde ve etrafında adımlarımızı atarken kendimizi bir filmin başrol oyuncuları gibi hissediyorduk. İçinden su kanalı geçen, kuleleri ve 48 şehrin seramiklerle yansıtıldığı oturma yerleri ile çok gözde bir yer olan Plaza de Espanya günümüzde pek çok enstitüye ve devlet kurumuna ev sahipliği yapıyor.
Torre del Oro |
El Rinconcillo |
Kano Antrenmanları - Canal del Alfonso XIII |
Otelden çıkıp İspanya'nın en eski restoranı olan El Rinconcillo'ya adım attık. 1670 yılında kapılarını açan mekana şöyle bir baktık ve çok hoşumuza gitti. Ancak karnımız tok gözümüz de pek olunca oturmadık. Canal del Alfonso XIII etrafına gittik ve kanal boyunca kano ile antrenman yapan sporcuları izledik. Dolunay sayesinde sokaklarını adımladığımız bu sıcak şehirde çok mutluyduk. Havanın ve iklimin kesinlikle insan üzerinde büyük bir etkisi olduğunu bir kez daha hissettiğimiz Seville'de sokakları gezerken karşımıza dünyanın en büyük ahşap rekonstriksiyonu Espacio Metropol Parasol çıktı. Asansörle tepesine çıkarak tüm Seville'yi görmek mümkün. Ancak biz sokakları gezmeyi tercih ettik. Sokak sokak gezerken Andulus el işçiliği ile yapılmış ve duvarımızı süsleyecek güzel bir tabak aldık. Akşam olmuş havanın ve dolunayın tadını otelin terasında içkilerimizi yudumlayarak çıkardık.
Ertesi sabah güneşli bir başka Andulus gününde Alcazar Sarayı'nı önceden internetten kişi başı için 10,50 Euro ödeyerek satın almış olduğumuz biletlerle ziyaret ettik.
Alcazar Sarayı |
Alhambra Sarayı gibi hakim bir tepede değil de şehrin düzlüğünde kurulmuş olan Alcazar Sarayı, Alhambra Sarayı gibi büyük değil; ancak bahçeleri, mimarisi ve süslemeleri ile muhakkak görülmesi gereken büyüleyici bir yer. Popülerliği asırlardır süregelen saray son yıllardaki Game of Thrones dizisi ile başka bir anlam kazanmış. Dizi çekimlerinin yapıldığı mekanları görmek için pek çok kişi Alcazar'ı ziyaret ediyor. Alcazar sonrasında Plaza de Espanya yakınında yer alan Seville Arkeoloji Müzesi'ni öğrenci olmamızdan sebeple ücret ödemeden gezebildik. Ancak yetişkin ücretinin de çok düşük olduğunu belirtmekte fayda var. Müzenin Prehistorya ve Protohistorya bölümlerinin kapalı olmasından dolayı müzeyi hızlıca gezdik ve Roma koleksiyonunun oldukça başarılı şekilde sergilendiğini gördük.
Seville Katedrali |
Ertesi gün öğleden önce Seville Havalimanı'na gitmek için Plaza de Armas'dan kişi başı 4 Euro ödeyerek otobüse bindik ve yaklaşık 50 dk. süren yolculuğun ardından alana geldik. Basel'den Barcelona'ya Easy Jet ile gelmiş dönüşü de aynı hava yolları ile Seville - Basel hattında gerçekleştirdik. İki kişi gidiş dönüş uçak biletlerine toplam 110 Euro ödeme yaptık. Catalunya ve Andulusya gezimiz bir hafta sürdü ve bu sayede gezdik, gördük, tattık, hissettik, nefes aldık. Darısı tüm yola çıkanların başına. Sevgiyle kalın...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Hangi Avrupa Ülkesinde Yolunu Kaybetmek İsterdin? A. Andorra B. Liechtenstein C. San Marino D. Monaco E. Luxembourg F. Malta
-
BİR KAZININ GÜNLÜĞÜ: AKARÇAYTEPE * Akarçaytepe, Şanlıurfa il merkezinin batısında Birecik ilçesinin güneyinde Akarçay köyünün ...