26 Mart 2016 Cumartesi

Espagne'da Catalunya ve Andulusya Gezisi

CATALUNYA


Plaça de Catalunya

Dediler ki Freiburg Almanya Federal Cumhuriyeti'nin en sıcak yeridir, rahat edersiniz. Aman ne sıcak ne sıcak yanıyoruz şubat ayı içinde. Yahu hadi denilenler yalandı, istatistikler de mi yalan be kardeşim? Almanya'da en yüksek sıcaklıklar Freiburg'ta görülürmüş! Külliyen büyük şansızlık, her yer gri, soğuk ve sıkıcı. Eee ne yapalım, dedik ki hazır kurslar da sunumlar da sona ermişken gidelim Catalunya'ya ve Andulusya'ya... Ne şahane etmişiz ki de gitmişiz be more, hemi de bir hafta boyunca kemiklerimiz ısındı.

Plaça d'Espanya


Les Rambles

Çocukluk hayalim desem fazla ileri gitmiş olurum ancak "total futbolun" bayrak yarışçısı Johann Cruyff sayesinde aklıma ve ruhumun her bir yerine kazınan Barcelona'yı görebilmek gençlik hayalimdi. Nou Camp'ı boş haliyle görmek yerine bir gün dolu tribünlerde bir futbol resitali izlemeyi yeğlerim. Barcelona hayalimde uzun plajlar, palmiyeler, sıcak hava, sıcak insanlar, mimarlığı yeniden tanımlayan Gaudi, Les Ramblas, deniz ürünleri varken kendimi hayalimin ortasında buldum. Ben artık bir Catalunyalıydım. Barcelona beni sarmaladı, hoşgeldin dedi. Çok nazikti, hiç mi hiç hırçın davranmadı, kavgası dövüşü olan anılar bırakmadı kendisinde. Büyük mü büyük bir şehir, her türlü organizasyona ev sahipliği yapmış. Catalunya başkenti Barcelona 1929 Dünya Ticaret Fuarı ile 1992 yılındaki Yaz Olimpiyatları'na ev sahipliği yapmış; tüm bunların ötesinde Plaça de Catalunya, Plaça d'Espanya gibi meydanlarına veya sokaklarına adım attığınızda çok kültürlü bir ortamla bir aradasınız. Roma İmparatorluğu Dönemi'ni yansıtan daracık sokakları ile Barri Gotic Mahallesi bizi zamanda geriye götürdü. 

Günümüze gelecek olursak Les Rambles Caddesi'nin fıkır fıkır hali Erotica Museum ile Mercado de La Boqueria civarında tavan yapıyor.

Mercado de La Boqueria

Barri Gotic

Her yerde rengarenk insanlar var ve bu insanlar arasındaki bizler rengarenk pazar içinde her türlü ortamdan sıyrılıp o mekana ait hissediyoruz kendimizi. Daha önce Atina Balık Pazarı'nda gördüğümüz manzaranın bir benzerini veya belki de bir tık ötesini yaşıyoruz Mercado de La Boqueria'da, çeşit çeşit deniz canlıları süslüyor tezgahları.

Barcelona çok kıymetli bir yere dönüştü bizim için. Antoni Gaudi gibi bir mimara sahip olan Barcelona veya Barcelona gibi bir şehre sahip olan Gaudi birbirlerine sımsıkı bağlı sevgili misali, büyülüyor da büyülüyor gelen gideni.
Casa Batllo

Casa Mila

Gaudi tüm gücünü inandığı dinden ve doğadan alan bir mimar. Fikirlerini, ruhunu belki de fazlaca çılgın halini eserlerine yansıtan nevi şahsına münhasır, bugün bir şekilde sıkıştığımız veya sıkıştırıldığımız köşeleri olan aklımıza çelme atar halde karşımıza çıktı. Keskin hatları, bariyerleri olmayan bu sıra dışı mimar çok çeşitli apartmanlar tasarlarken bir gün eserlerine bu kadar turistin ziyarette bulunabileceğini tahayyül edebildi mi acaba? Ulaşmak için ayaklarımızı ve sabrımızı kullandığımız upuzun yolu olan Güel ailesine teşekkür amaçlı yarattığı Park Güel, masmavi Akdeniz'e bakarken bir yandan da içini ağaçlarla süslediği büyük bir ormanı andıran Sagrada Familia'yı sergiliyordu Gaudi.

Sagrada Familia

Park Güel

İster inançlı olun veya inançsız hatta farklı tek tanrılı veya bin tanrılı dinlere inanın fark etmez, bu büyük orman bizi büyülediği etkilediği kadar sizi de sarmalayacak aradan yıllar geçse bile kendisini unutturmayacak. İçinde barındırdığı sembolik ifade biçimleri aklımızı zorlayacak, gördüğünüz ışık süzmeleri, mimari ayrıntılar ise mimarın ellerini öpecek kadar takdirimizi toplayacak cinstendi. Aman ha, önceden internetten biletinizi 15 Euro ödeyerek alın yoksa dışarıda bekler bekler durursunuz. Bu kadar gezmeye tozmaya can mı dayanır? Yemek şart. Bizler gibi tapası paella ile karıştıranlar varsa şimdiden uyarmak lazım. Tapas bildiğimiz abur cubur atıştırmalıklar anlamında iken, paella tavada pirinçle yapılan isteğe göre deniz ürünlü, sebzeli veya tavuklu gibi çeşitleri olan nispeten bizi daha çok doyuran lezzet çeşidi. Ama unutmayın ki her tarafta her bütçeye uygun yemek var. Uzak Doğu mutfağı da var Türk mutfağı da var. Plaça de Catalunya'ya çok yakın konumda yer alan La Taverna de Barcelona, Barcelona'ya dair pek çok şeyi bulabileceğiniz bir mekan. Tapaslar, Estella biraları, paellaları, deniz ürünleri ile özellikle turistlerin çokça gittiği bir mekan.

Museu Nacional d'Art de Catalunya

Bizim tamamen tesadüfen adım attığımız bu yerde Barcelona'nın La Liga'da ertelenmiş maçı oynuyordu televizyonda, herkesi büyük bir coşku kaplamıştı. Yemek yiyenler, sohbet edenler, içkilerini yudumlayanlar arasında kendimizi hiç mi hiç yabancı hissetmedik. Fiyatların Barcelona standartlarında olduğu bu mekandan mutlu mesut şekilde ayrıldık. Ancak mutlu mesut şekilde ayrılmadığımız bir mekan var ki fiyatları dudak uçuklatan cinstendi. Tavsiye üzerine Catalunya Tarih Müzesi'nin heman arkasında plaja yakın konumundaki salaş mekan La Bombeta'yı aramaya koyulduk. Uzun ve yorucu müzeler gezisi sonrasında yıpranan sinirler yemek bulsa rahatlayacak cinstendi. Ancak La Bombeta kapalıydı. Artık herhangi bir yer olsa da olurdu ve Restaurant Taverna El Guindilla adlı bir mekana oturduk. İç tasarımı ile dikkat çeken mekanda yediğimiz bir avuç içi tapas, salata, zencefilli bira ve Sprite içeceğe 45 Euro ödedikten sonra kendimizi Akdeniz'in serin sularına attık.

Plajda Voleybol Oynayanlar

Akşam hava karanlık dahi olsa plajda insanlar vardı. Voleybol oynayanlar, koşanlar, köpeğini gezdirenler ve kumdan kaleler yapan insanlara, içkilerini yudumlayan cafe barlardan sigara içmek için çıkan başkaları eşlik ediyordu. Hava tertemiz, ruhumuz dingin yolumuz otel odası. Kaldığımız otel Plaça de Catalunya'ya 10 dakikalık uzaklıkta Barcelona Üniversitesi'nin arkasında yer alıyordu. 1900'lerin başında imar edilen birbirini hem dikeyde hem yatayda kesen ızgara planlı caddeler sayesinde yolumuzu hemen bulabiliyorduk. Tripledos Bed & Breakfast adlı otele üç günlüğüne içinde kahvaltısı olmak üzere yaklaşık 180 Euro ödedik ve çok memnun kaldık. Uluslararası Barcelona Havalimanı'ndan bindiğimiz Aeurobus'a 10,20 Euro gidiş dönüş bileti verip yaklaşık 20 dk içinde Universitat durağına geldik. 

Barcelona Arkeoloji Müzesi

Ücreti havalimanı içindeki bürodan veya otobüse binmek üzereyken de ödemek mümkün. Biz Barcelona'dan Granada'ya gideceğimiz gün Uluslararası Barcelona Havalimanı'na  Plaça de Catalunya'daki Aerobus ana durağından otobüse binerek gittik. Farklı gidiş ve geliş imkanlarının varlığını bilmemize rağmen bize en rahat ve hızlı ulaşım yolu Aerobus olarak geldi.

Barcelona'nın rengarenk Plaça da Catalunya, Les Rambles ve Barri Gotic Mahallesi kadar bizi mutlu eden şehrin Plaça d'Espanya tarafındaki arena, Catalunya Ulusal Sanat Müzesi (Museo Nacional d'Art de Catalunya), İspanyol Köyü (Poble Espanyol), Arkeoloji ve Etnoloji Müzeleri oldu. Sanat aşıkları olmamızın yanı sıra sanat tarihine ve arkeolojiye olan bakış açılarımızın "uzun süreli" olması sebebiyetiyle müze gezilerimiz hem uzun hem de faydalı olmakla beraber bazen birbirinin tekrarından öteye geçemiyor, sinir bozucu hale bile gelebiliyor. Ancak Olimpiyat Köyü'nün de yakınında yer alan bu müzeler bölgesi bizim için çok güzel geçti. Museo Nacional d'Art de Catalunya ile Pablo Espanyol için kişi başı 18 Euro ödedik. Arkeoloji Müzesi 5, Etnoloji Müzesi için öğrenci tarifesi olarak 3 Euro ödedik. 

Barcelona Etnoloji Müzesi

 Museo Nacional d'Art de Catalunya'da Orta Çağ'dan günümüze dek yer alan sanat tarihi koleksiyonu içinde Ramon Casas'ın eserleri büyük beğenimizi topladı. Pablo Espanyol ise tamamiyle turistik bir yer. İspanya'nın her bölgesine ait ev, sokak ve meydan tipolojisi oluşturulmuş. İspanya fedaratif bir yönetim sistemine sahip ve gelen ziyaretçiler bölge bölge tüm yapı çeşitliliğini bir arada görme şansına sahip olabiliyor. 1929 yılındaki Dünya Ticaret Fuarı sonrasında turizme açılmış ve oldukça popüler bir yer. İçinde cafe, restaurant gibi işletmeleri olmakla beraber cam işçiliğini görebileceğiniz bir mekan da bulunmaktadır. Diğer gördüğümüz yerler olan Arkeoloji ve Etnoloji Müzesi bizim gibi arkeologların gidip görebileceği yerler arasında yer almaktadır. 


ANDULUSYA

Granada

Plaza de las Pesiegas

Barcelona'dan sonraki durağımız Granada. Andulusya içinde üniversite şehri Granada'ya Uluslararsı Barcelona Havalimanı'ndan Vueling Havayolları ile önceden satın almış olduğumuz kişi başı 45 Euro'luk biletlerle yaklaşık 1 saat 15 dakikalık yolculuk sonrası küçük mü küçük Federico Garcia Lorca Havalimanı'na öğlen saatinde iniş yaptık. 

Albaicin'de Dar Sokaklar

Şehir merkezine giden ve kişi başına 3 Euro ödediğimiz otobüse binerek yaklaşık 30 dakika sürecek yolculuğumuz başlamıştı. Biz Granada'da iki gün kalıp Seville'ye devam edeceğimiz için ya tren bileti ya da otobüs bileti satın almalıydık. Otobüsün 3 saat, tren yolculuğunun ise 3 saat 15 dakika sürdüğü Granada - Seville yolculuğu için şehir merkezinin kuzeyinde yer alan otobüs terminalinde (ALSA) inerek iki kişi için 45 Euro ödeyerek biletlerimizi satın aldık. Bu işimizi hallederek bir daha şehrin dışında kalan bu yere gelmekten kurtulmuş olduk. Şehir merkezinde yer alan Casa de la Catedral adlı otelimize gitmek için otobüs terminali önünden SN1 numaralı otobüse binip Constitucion durağında aktarma yaparak LAC isimli otobüsle Catedral durağında indik. Şoförden bilet satın almanın mümkün olduğu Granada'da tek biletle bir otobüsten diğerine aktarma yapmak mümkün ve sadece 1,20 Euro ödüyorsunuz. Otelimiz Granada Katedrali'ne bakan konumda yer alıyordu. Çok hareketli ve canlı bir yere geldiğimizi ilk bakışta anladık. Resepsiyona ulaşmak için biraz zaman harcasak da en nihayetinde karşılıklı çat pat İngilizce ile anlaşarak çatı katındaki otel odamıza yerleştik. Odamız Katedrali görüyordu. Temiz ve güzel bir odaydı. Hiçbir otelde görmediğimiz bir özelliği vardı tuvaletin, taharet musluğu bulunuyordu. İki günlüğüne içinde zayıf kahvaltısı olan odamız için 109 Euro ödedik. 

Plaza de San Nicolas'tan Alhambra Sarayı

Çok canlı ve hareketli olan bu şehirde herkes konuşuyor ve gülüyordu. İnanılmaz sımsıcak bir yerdi anlaşılan eskilerin Gırnatası. Ne yapalım ne yapalım demeden önce karnımızı doyurmalıydık. Capcanlı "Calle Navas" sokağına adım attık ve Casa Jose'nin mekanına oturduk. İki kişilik deniz ürünleri ile doldurulmuş tabağa ve 1 litre biraya toplam 20 Euro ödeyerek karnımızı doyurduk. Artık karnımız doymuş ve öğleden sonramızı şehrin sokaklarında geçirmeliydik. Amacımız gün batımını Alhambara Sarayı'nı karşıdan gören Plaza de San Nicolas'ta izlemekti. Elbette oraya gidene kadar Granada'nın tarihi sokaklarından geçerek ruhumuzu doyurmak niyetindeydik.

Plaza Nueva'da Müzisyenler

Plaza Nueva'da toplanmış insanlara biz de eşlik ettik ve müzisyen gençleri dinledik. Herkes mutluydu ve gülüyordu. İçimizi ısıtan herşey vardı bu samimi şehirde. Rio Darro nehrinin kenarında yüzlerce insanla beraber yürürken aldığımız tat tarih kokan sokaklar, meydanlar ve evlerdi. Sierra Nevada Dağları'nın heybetli ve tepesinde henüz erimeyen karları gözlerimizi kamaştırıyordu. Ne yüce dağlar silsilesisin sen be Sierra Nevada... Bir zamanlar Arapların yoğun şekilde yaşadığı bu şehirde adımlarımızı atarken hep bir merak vardı içimizde.

Rio Darro Nehri 

Alhambra uzaktan nasıl görünüyor, Albaicin'de daracık sokaklarda neler var, Flamenco kokan bu şehirde Flamenco izleyebilecek miyiz? O daracık ve tarih kokan sokaklar pek çok kişiyi kendine hayran bırakırken bizi de içine çekti. Büyük bir zevkle adımladığımız sokaklarda kaybolmak çok keyifli hale gelmişti. Amaçladığımız yere çıkmış Alhambra Sarayı'nı karşımıza almış ve yüzlerce insanın içinde kendimizi ve muhteşem Alhambra'yı fotoğraflamaya çalışıyorduk. Muhteşem havanın da eşliğinde çok çok kıymetli bir ana tanıklık ediyorduk. Asırlardır pek çok insana ve olaya tanıklık eden Granada bizi de kabul etmişti. Herşey o kadar acayipti ki, kitaplarda okuduğumuzu, ekranlarda izlediğimizi veya internetten araştırdığımızı karşımızda görebiliyor, koklayabiliyor en güzeli hissedebiliyorduk. Vakit artık şehre inme vaktiydi. Yine güzel mi güzel evlerin arasından iniyorduk ki Arapça el yazısı ile dileyene 1 Euro karşılığında ismini desenli kağıtlara yazanlara denk geldik.
Granada Sokaklarında 1 veya 2 Euro'ya Arapça El Yazısı ile İsminizi Yazdırabilirsiniz

Biz de yazdırdık adımızı. Alış veriş sokağına girdik ve kendimizi mistik bir yerden geçerken bulduk. Tanıdık bildik kokular vardı, bir yandan yabancısı olduğumuz ama tanımak için can attığımız bir zaman dilimindeydik. Yürüye yürüye vardık otel odamıza. Harika bir günü geride bırakmış değildik. Bir kişi için 16 Euro karşılığında Casa del Arte Flamenco'da yaklaşık 1 saat süren bizim için son derece keyifli bir gösteriye tanıklık ettik. Bizim için unutulmayacak bir deneyimdi. Unutulmayacak deneyimler listemize Alhambra Sarayı ile devam ettik ertesi gün. Yaklaşık 4 saat sürecek gezimize öğleden sonra başladık.
Casa del Arte Flamenco 

Generalife Bahçeleri - Alhambra 

Elbette önceden internetten bir kişi için yaklaşık 14 Euro ödeyip şehir içindeki Alhambra Kitabevi'nden biletimizi bastırdık ve bize verilen broşürle yolumuza yürüyerek koyulduk. Alhambra Sarayı büyük bir kompleks. İçinde Generalife Bahçeleri, Nasrid Palace ve Alcazaba gibi birbirinden uzak yerleri barındırıyor. Yürüyerek çıktığımız yolda karşımıza Puerta de las Granades kapısı çıktı ki ardı ağaçlarla kaplı çok hoş bir yolu bizlere sundu. Yukarıya giriş kapısına vardığımızda henüz zamanımız vardı. Biletini internetten satın almayanların oluşturduğu sırayı görünce çok şaşırdık. Upuzun bir sırası vardı. Saat 14.00 için satın almış olduğumuz biletle önceden girmemize izin vermediler. Denilen saatte girişimizi yaptık. Etkileyici mi etkileyici bir tur bizi bekliyormuş meğerse. Bahçeleri ile saray yapısı ile hakim bir tepede yer alan Alhambra kesinlikle bölgeye gelenlerin ziyaret etmesi gereken bir yer bizce. İslami felsefenin etkisiyle mütevazi, ağırbaşlı, dingin ellerin değdiğini anladığımız bu büyük yapı kompleksi, dünyanın her tarafından insanı kendisine çekmeye devam edecek gibi görünüyor. 

Seville

Granada'dan sabah saat 10:00'da otobüsle yola koyulduğumuz Seville Est Prado otobüs terminaline saat 13:00'te vardık. Yakınında yer alan Plaza de Espanya'ya adım atmak için büyük bir heyecan yaşıyorduk.

Plaza de Espanya

1929 yılında İber - Amerikan Dünya Ticaret Fuarı için inşa edilen bu büyük yapı kompleksi Arabistanlı Lewrance ile Star Wars I-II filmlerine kapılarını açmış. İçinde ve etrafında adımlarımızı atarken kendimizi bir filmin başrol oyuncuları gibi hissediyorduk. İçinden su kanalı geçen, kuleleri ve 48 şehrin seramiklerle yansıtıldığı oturma yerleri ile çok gözde bir yer olan Plaza de Espanya günümüzde pek çok enstitüye ve devlet kurumuna ev sahipliği yapıyor.

Torre del Oro

Plaza de Espanya'dan çıkıp Canal del Alfonso XIII boyunca yürümeye koyulduk. Şubat ayında içimizi ısıtan güneş bizi mest ederken uzaktan Torre del Oro gözüküyordu. İçine girmesek de uzaktan seyretmesi bile güzel olan bu kuleden sağ doğru Puerta de Jerez'den Alcazar yönüne doğru ilerlerken Calle San Gregorio üzerinde Cafeteria Restaurante Las Lapas'ta yemek yemeye karar verdik. İçinde çorbası ana yemeyi, tatlısı olan menüye kişi başı 12 Euro ödeyerek çok keyifli bir zaman geçirdik. Yemek sonrasında Alcazar Sarayı ve Seville Katedrali'nin yanından geçerek The Boutike Hostel'e vardık. İki günlüğüne kahvaltı dahil 83 Euro ödedik. Hoş samimi bir yer, açık mutfağı sayesinde günün herhangi bir saatinde hostele yakın konumdaki Supersol marketten aldıklarımızı hazırlayıp yiyebildik. Elbette sonrasındaki temizliği biz yaptık.

El Rinconcillo

Kano Antrenmanları - Canal del Alfonso XIII 

Otelden çıkıp İspanya'nın en eski restoranı olan El Rinconcillo'ya adım attık. 1670 yılında kapılarını açan mekana şöyle bir baktık ve çok hoşumuza gitti. Ancak karnımız tok gözümüz de pek olunca oturmadık. Canal del Alfonso XIII etrafına gittik ve kanal boyunca kano ile antrenman yapan sporcuları izledik. Dolunay sayesinde sokaklarını adımladığımız bu sıcak şehirde çok mutluyduk. Havanın ve iklimin kesinlikle insan üzerinde büyük bir etkisi olduğunu bir kez daha hissettiğimiz Seville'de sokakları gezerken karşımıza dünyanın en büyük ahşap rekonstriksiyonu Espacio Metropol Parasol çıktı. Asansörle tepesine çıkarak tüm Seville'yi görmek mümkün. Ancak biz sokakları gezmeyi tercih ettik. Sokak sokak gezerken Andulus el işçiliği ile yapılmış ve duvarımızı süsleyecek güzel bir tabak aldık. Akşam olmuş havanın ve dolunayın tadını otelin terasında içkilerimizi yudumlayarak çıkardık.

Ertesi sabah güneşli bir başka Andulus gününde Alcazar Sarayı'nı önceden internetten kişi başı için 10,50 Euro ödeyerek satın almış olduğumuz biletlerle ziyaret ettik.

Alcazar Sarayı

Alhambra Sarayı gibi hakim bir tepede değil de şehrin düzlüğünde kurulmuş olan Alcazar Sarayı, Alhambra Sarayı gibi büyük değil; ancak bahçeleri, mimarisi ve süslemeleri ile muhakkak görülmesi gereken büyüleyici bir yer. Popülerliği asırlardır süregelen saray son yıllardaki Game of Thrones dizisi ile başka bir anlam kazanmış. Dizi çekimlerinin yapıldığı mekanları görmek için pek çok kişi Alcazar'ı ziyaret ediyor. Alcazar sonrasında Plaza de Espanya yakınında yer alan Seville Arkeoloji Müzesi'ni öğrenci olmamızdan sebeple ücret ödemeden gezebildik. Ancak yetişkin ücretinin de çok düşük olduğunu belirtmekte fayda var. Müzenin Prehistorya ve Protohistorya bölümlerinin kapalı olmasından dolayı müzeyi hızlıca gezdik ve Roma koleksiyonunun oldukça başarılı şekilde sergilendiğini gördük.

Seville Katedrali

Ertesi gün öğleden önce Seville Havalimanı'na gitmek için Plaza de Armas'dan kişi başı 4 Euro ödeyerek otobüse bindik ve yaklaşık 50 dk. süren yolculuğun ardından alana geldik. Basel'den Barcelona'ya Easy Jet ile gelmiş dönüşü de aynı hava yolları ile Seville - Basel hattında gerçekleştirdik. İki kişi gidiş dönüş uçak biletlerine toplam 110 Euro ödeme yaptık. Catalunya ve Andulusya gezimiz bir hafta sürdü ve bu sayede gezdik, gördük, tattık, hissettik, nefes aldık. Darısı tüm yola çıkanların başına. Sevgiyle kalın...

23 Ocak 2016 Cumartesi

Özlemler Kumpanyası - 1

Türkiye uzun yıllardır süregelen siz adına siyasi, ekonomik, toplumsal deyin ben sağlık, adalet, eğitim, insan hakları, ifade özgürlüğü, emeğin sömürüsü gibi daha pek çok sorunlar yumağı içinde ezilen halkı ile özdeşleşmiş durumda diyeyim. Tüm bunlardan beslenen siyasi iktidara, güdümlü medyaya, mahalle baskısına, omurgasız insanlara rağmen özlenesi ülke Türkiye...

İnsan her zaman olmasa da kimi zaman zeytin, badem, kayısı, şeftali, kiraz ağaçlarını, üzüm bağlarını, çay veya fındık bahçelerini, buğday olsun arpa olsun sapsarı tarlaları görmek istiyor. Toprağı işleyenlere "kolay gele" demek istiyor. Yolunu kaybettiğinde falanca yola nasıl çıkarım diye sorduğunda seni sofrasına davet eden yurdum insanı ile laflamak geçer içimden. Peki, sıcağın altında toprakla ve geçmişle haşır neşir olan kendimize ne demeli? "Yeni bir şeyler var mı?" diye sorulduğunda, "yok bizde her şey eski" demek isterim; ama bir türlü o şaklabanlığa yapamam.

Ansızın eve baskın yapan dostlarına heyecan ve telaşla hazırladığın sofraları unutmak ne mümkün? "Acaba koyun peyniri mi, yoksa tam yağlı inek peyniri mi koysak sofraya?"gibi sorular sonrasında her iki peynir de sofraya konulur. Dostlarla mutluluğa içerken, aklınıza yarın öbür gün annenizle, babanızla, kardeşinizle tokuşturacağınız kadehlerin hazırlandığı sofranın planını kurmak gelir. Sofralardan kalkılır da boş durulur mu? Herkesle farklı şeyler yaptığın gibi herkesle aynı şeyi yapmak bambaşka bir haz verir insana. Henüz daha bozulmamış denizlerde hep beraber denize dalmak istersiniz ve dalarsınız sevdiklerinizle birlikte... Ahtapot orada tek başına takılırken, birkaç zargan geçer önünüzden. Karagözler henüz küçük ve sürü halindedirler, kefaller suyun üzerinde kayıkla gezintiye çıkmış havasındadırlar. Ya deniz yıldızları... Kızılın en nefis rengi yarışmasına güneşin batışı ile katılsa olur hani, o biçim etkileyici. O sırada sevgilinle el ele tutuşmuşsundur hali ile... Denizin kokusu başka, yaydığı haz bambaşka iken mutluluktan havalara uçarsınız

Kimilerinin köhne diyerek yüzüne bakmadığı sokaklar vardır yurdumda. Halbuki ne anıları vardır o sokakların, o sokaklara bakan ahşap veya taş evlerin. İnsanın hissiyat duymaması için ruhsuz olması lazım. Kim bilir kimler daktiloları ile aşk romanları yazdı. Üstelik o daktilonun sesine tüm mahalle maruz kalmış ve sabahlara dek gözüne uyku girmeden yatakta bir sağ bir sola dönen ahali sabah işe gitmiştir. Akşam işten geldiklerinde ise içinde kendilerini buldukları kitabı hep birlikte okumaya başlamışlardır belki de. Başka bir sokak ise bir opera sanatçısının provaları sonucunda kapı komşuları ile yaşadığı tartışmalara veya unutulmaz aşklarına şahitlik etmiştir. Öteki "köhne" sokaklar ise tarihin notlarına düşen kıyımlara sahne olmuş olabilir.

İnce belli bardakta koyu bir çayı içmenin hele de yanında bir gevrek ve peynir varsa güne zımba gibi başlarsın. Ellerin cebinde sokakta gezerken birilerine bir şeyler satmaya çalışan işportacıların "gel abi, gel abla" sesleri ile silkelenirsin. Hani sende bir uğrar bakarsın ne satıyormuş bu mübarek diye. Şanslıysan "eski alırım bakır alırım, eskiciiii" sesi ile eski günlerine dönersin. Telefon çalar ve vapura yetişmeye çalışırsın acele ile. En güzel acele hep böyle olsa keşke dedirten cinstendir vapur yolculuğu. Gevrek alır martıların da hakkı vardır dersin. İnersin vapurdan telefonun ucundaki diğer şahsına münasır zat ile eski kitapçıları gezersin. Sahaf sahaf dolaşırken üzerine kitap kokusu siner. O gazla derse girersin. Ders sonrası bir kahve içersin ve hadi bakalım kütüphaneye. Yazarsın, okursun bazen de sıkılırsın; ama en önemlisi mutlusundur.

28 Kasım 2015 Cumartesi

Çikolata Tadında Hatıralar

Geçen hafta çıktığımız Belçika seyahatimizde Brüj, Gent ve Brüksel şehirlerini gezdik. Kanallar şehri Brüj, dinamik üniversite şehri Gent, terör olaylarının gölgesindeki Avrupa Birliği ve Belçika başkenti Brüksel...

                                                Marie ve Roland'ın Rengarenk Dükkanları

Hemen hemen her türlü gezi sitesinde yer alan nerede ne yapılır, ne edilir, neresi gezilir veya ne yenilir içiliri anlatmak yerine tanıştığımız birkaç güzel insanı anlatmak istiyorum.
Masal şehri, rüya şehri veya hayaller şehri diyebileceğimiz Brüj'de küçücük çok sıcacık bir dükkanı işleten Marie ve Roland çiftinden söz etmek istiyorum. 
Dikiş makinesinin sesi geliyor dükkana ayak basarken, buz gibi havada elle örülmüş atkılar bereler ısıtıyor içimizi, yumuşak bir müzik sesi canlandırıyor buz kesen bedenimizi ve ettiğimiz sohbet doyuruyor ruhumuzu. İngilizce başlayan sohbetimiz yerini bazen Türkçe'ye bıraksa da asıl konuştuğumuz bize ait olan o sımsıcak gönül dili. Roland'ın dediği gibi; "Önemli olan nereli olduğumuz veya nerede yaşadığımız değil, önemli olan kafa kafa..." Bu tatlı sohbeti ederken bir an için nerede olduğumuzu hatırlasak da, bir bakmışız sohbet bizi Çanakkale'ye götürmüş, laflar bazen Roland'ın hatırladığı İç Anadolu bozkırına, Karadeniz', Akdeniz ve Ege'ye gidiyor. Dünya döndükçe biz de bir İstanbul'a bir Freiburg'a alıp başımızı gidiyoruz. İsimler, renkler, dinler, lisanlar anlamını yitirir oluyor gönül dilinden konuştukça. Roland 76 yaşında; ama derler ya ruhu genç, aynen öyle güçlü ve genç. Acayip bir mutluluk sarıyor içimizi, sanki çok yakın bir dostumuzla sohbet ediyoruz. Roland'ı davet ediyoruz Çanakkale'ye ve bizi nerede bulabileceğini biliyor artık, tıpkı bizim O'nu ve Marie'yi bulabileceğimiz gibi. Dükkandan çıkmak istemiyoruz, kalıp makinesinin başında işine dört elle sarılışını izlemek istiyoruz. Zamana yenik düşüyor ve ayrılmak durumunda kalıyoruz rengarenk dükkandan. Arkamızda müthiş bir Brüj hatırası bırakarak tren garına doğru yürümeye koyuluyoruz...
Tren istasyonundan Gent'e doğru yola koyuluyoruz. Gent şehrini birkaç saat içinde gezdikten sonra akşam Brüksel'e ayak basıyoruz. Ertesi gün tüm müzelerin kapalı olduğu az sayıda işletmenin açık olduğu Avrupa başkentini silahların gölgesinde gezerken karşımıza bir sanat galerisi beliriyor. Dışarıdan içeriye göz atarken sanatçının sürrealist fırça darbelerini görebiliyorduk. Sanat eserlerine dışarıdan bakarken içeriye girmek gibi niyetimizin olmadığı anda fırça darbelerinin sahibi Valentin bizi içeriye davet ediyor. İçeri girdiğimizde Sürrealizm ve Salvador Dali etkilerini gördüğümüzü anlatmaya çalışırken Valentin Da Vinci'den de etkilendiğini anlatıyor bize. Brüksel'de yaşayıp yaşamadığımızı merak ediyor. Türkiye'den geldiğimizi söyleyince, "Merhaba Komşu" diyor. Ben de birkaç Bulgarca sözcükle karşılık veriyorum O'na. 


                                                                            Roland ve Biz

Sofya doğumlu Valentin yaklaşık 23 yıldır İspanya'nın Malaga şehrinde yaşıyormuş. Sanatından, eserlerinden, Bulgaristan'dan, Türkiye'den bahsederken belki bir gün Malaga'daki stüdyosunu ziyaret edebileceğimizi söylüyoruz. O da gayet mutlu bir şekilde "Neden Olmasın?" diyor. Freiburg'ta geçici süreyle yaşadığımızı söyleyince hemen Scwarzwald'ten bahsediyor bize. Stuttgart'a çok yakın olan Herman Hesse'nin doğum yeri Calw'de iki defa sergi açtığını anlatıyor. Tüm bu sohbetler esnasında bir adet eserini satın alan kişilerle de sohbet etmeyi ihmal etmeyen Valentin bizi İspanyol eşi Charo ile tanıştırıyor. Kendisi Bulgarca öğrenmiş ve benim orada doğduğumu öğrenince benim de Bulgarcayı bilip bilmediğimi soruyor. Eşi Valentin gibi nazik, zarif bir hanımefendi. Biz sergiyi bir yandan gezip bir yandan sohbet ediyoruz, eserler de sohbet kadar iç açıcı ve dikkate değer. Kaldığımız sürenin sonuna gelirken bir hatıra fotoğrafı çektirmeyi ihmal etmiyoruz. Brüksel'i silahların gölgesi yerine sanatı ile hatırlatacak Valentin Kovatchev'e sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz.


                                                                        Sergiyi Gezerken


Valentin & Charo Çifti ve Biz


26 Temmuz 2015 Pazar

Gezdim Gördüm ve Yaşadım - Freiburg

Rathaus Platz

Rathaus Platz

Şehir İçindeki Kanallar

Münster Platz - Her Gün Pazar Kurulur Bu Meydana

Çakıl Taşları ile Nakşedilmiş Kaldırımlar ve O Kaldırımdaki Dükkanların Sembolik İfade Biçimlerine Bir Örnek - Optik Mağazası 

Markthalle- Dünya Mutfakları Birarada

Münsterplatz - Katedral ve Pazar Yeri

Çakıl Taşlı Yollar

StuSie - Seepark'taki Öğrenci Yurdu

KG I Binası içindeki Amfilerden Bir Tanesi - Freiburg Üniversitesi

Klasik Arkeoloji Enstitüsü Kütüphanesi

St. Georgen - Bağcılık ve Şarap Gezisi

Freiburg Alt Stad - Kapı Giriş ve Çıkışı

Münsterplatz'a çıkan dar bir sokak

Jazz Hause

Arkeoloji Müzesi

Augistiner Müzesi

Augistiner Müzesi

Seepark

Demir Kule - Kara Orman

Demir Kule - Kara Orman

Demir Kule - Kara Orman

Demir Kule - Kara Orman

Yurt Odası

Seepark

Seepark

Seepark

Seepark

Seepark

Maden Müzesi

Kara Orman

Mensa - Öğrenci Yemekhanesi

Münsterplatz - Müzik Festivali Dönemi

Münsterplatz - Müzik Festivali Dönemi

Su Kanalı ve Çocukların Eğlencesi Yelkenli

Freiburg Üniversitesi Müzesi

Freiburg Üniversitesi Müzesi

Freiburg Üniversitesi Müzesi

Freiburg Üniversitesi Müzesi


Freiburg Üniversitesi Müzesi

StuSie Seepark - Yurt Binası

Freiburg - Dreisam

Freiburg Altstad - Bir Zamanların Giriş Çıkış Kapısı - Şimdiki McDonald's

Demir Kule - Kara Orman

Demir Kule - Kara Orman

Demir Kule - Kara Orman

Stadgarten

Stadgarten

Stadgarten

Eschholzpark

Herz-Jesu-Kirche

Bahnhof

Freiburg Üniversitesi - KG I Binası

Bibliothek

 Hangi Avrupa Ülkesinde Yolunu Kaybetmek İsterdin? A. Andorra B.  Liechtenstein C. San Marino D. Monaco E. Luxembourg F. Malta