Türkiye uzun yıllardır süregelen siz adına siyasi, ekonomik, toplumsal deyin ben sağlık, adalet, eğitim, insan hakları, ifade özgürlüğü, emeğin sömürüsü gibi daha pek çok sorunlar yumağı içinde ezilen halkı ile özdeşleşmiş durumda diyeyim. Tüm bunlardan beslenen siyasi iktidara, güdümlü medyaya, mahalle baskısına, omurgasız insanlara rağmen özlenesi ülke Türkiye...
İnsan her zaman olmasa da kimi zaman zeytin, badem, kayısı, şeftali, kiraz ağaçlarını, üzüm bağlarını, çay veya fındık bahçelerini, buğday olsun arpa olsun sapsarı tarlaları görmek istiyor. Toprağı işleyenlere "kolay gele" demek istiyor. Yolunu kaybettiğinde falanca yola nasıl çıkarım diye sorduğunda seni sofrasına davet eden yurdum insanı ile laflamak geçer içimden. Peki, sıcağın altında toprakla ve geçmişle haşır neşir olan kendimize ne demeli? "Yeni bir şeyler var mı?" diye sorulduğunda, "yok bizde her şey eski" demek isterim; ama bir türlü o şaklabanlığa yapamam.
Ansızın eve baskın yapan dostlarına heyecan ve telaşla hazırladığın sofraları unutmak ne mümkün? "Acaba koyun peyniri mi, yoksa tam yağlı inek peyniri mi koysak sofraya?"gibi sorular sonrasında her iki peynir de sofraya konulur. Dostlarla mutluluğa içerken, aklınıza yarın öbür gün annenizle, babanızla, kardeşinizle tokuşturacağınız kadehlerin hazırlandığı sofranın planını kurmak gelir. Sofralardan kalkılır da boş durulur mu? Herkesle farklı şeyler yaptığın gibi herkesle aynı şeyi yapmak bambaşka bir haz verir insana. Henüz daha bozulmamış denizlerde hep beraber denize dalmak istersiniz ve dalarsınız sevdiklerinizle birlikte... Ahtapot orada tek başına takılırken, birkaç zargan geçer önünüzden. Karagözler henüz küçük ve sürü halindedirler, kefaller suyun üzerinde kayıkla gezintiye çıkmış havasındadırlar. Ya deniz yıldızları... Kızılın en nefis rengi yarışmasına güneşin batışı ile katılsa olur hani, o biçim etkileyici. O sırada sevgilinle el ele tutuşmuşsundur hali ile... Denizin kokusu başka, yaydığı haz bambaşka iken mutluluktan havalara uçarsınız
Kimilerinin köhne diyerek yüzüne bakmadığı sokaklar vardır yurdumda. Halbuki ne anıları vardır o sokakların, o sokaklara bakan ahşap veya taş evlerin. İnsanın hissiyat duymaması için ruhsuz olması lazım. Kim bilir kimler daktiloları ile aşk romanları yazdı. Üstelik o daktilonun sesine tüm mahalle maruz kalmış ve sabahlara dek gözüne uyku girmeden yatakta bir sağ bir sola dönen ahali sabah işe gitmiştir. Akşam işten geldiklerinde ise içinde kendilerini buldukları kitabı hep birlikte okumaya başlamışlardır belki de. Başka bir sokak ise bir opera sanatçısının provaları sonucunda kapı komşuları ile yaşadığı tartışmalara veya unutulmaz aşklarına şahitlik etmiştir. Öteki "köhne" sokaklar ise tarihin notlarına düşen kıyımlara sahne olmuş olabilir.
İnce belli bardakta koyu bir çayı içmenin hele de yanında bir gevrek ve peynir varsa güne zımba gibi başlarsın. Ellerin cebinde sokakta gezerken birilerine bir şeyler satmaya çalışan işportacıların "gel abi, gel abla" sesleri ile silkelenirsin. Hani sende bir uğrar bakarsın ne satıyormuş bu mübarek diye. Şanslıysan "eski alırım bakır alırım, eskiciiii" sesi ile eski günlerine dönersin. Telefon çalar ve vapura yetişmeye çalışırsın acele ile. En güzel acele hep böyle olsa keşke dedirten cinstendir vapur yolculuğu. Gevrek alır martıların da hakkı vardır dersin. İnersin vapurdan telefonun ucundaki diğer şahsına münasır zat ile eski kitapçıları gezersin. Sahaf sahaf dolaşırken üzerine kitap kokusu siner. O gazla derse girersin. Ders sonrası bir kahve içersin ve hadi bakalım kütüphaneye. Yazarsın, okursun bazen de sıkılırsın; ama en önemlisi mutlusundur.
23 Ocak 2016 Cumartesi
28 Kasım 2015 Cumartesi
Çikolata Tadında Hatıralar
Geçen hafta çıktığımız Belçika seyahatimizde Brüj, Gent ve
Brüksel şehirlerini gezdik. Kanallar şehri Brüj, dinamik üniversite şehri Gent, terör olaylarının gölgesindeki
Avrupa Birliği ve Belçika başkenti Brüksel...
Hemen hemen her türlü gezi sitesinde yer alan nerede ne
yapılır, ne edilir, neresi gezilir veya ne yenilir içiliri anlatmak
yerine tanıştığımız birkaç güzel insanı anlatmak istiyorum.
Masal şehri, rüya şehri veya hayaller şehri diyebileceğimiz Brüj'de küçücük çok sıcacık bir
dükkanı işleten Marie ve Roland çiftinden söz etmek istiyorum.
Tren istasyonundan Gent'e doğru yola
koyuluyoruz. Gent şehrini birkaç saat içinde gezdikten sonra akşam Brüksel'e
ayak basıyoruz. Ertesi gün tüm müzelerin kapalı olduğu az sayıda işletmenin
açık olduğu Avrupa başkentini silahların gölgesinde gezerken karşımıza bir
sanat galerisi beliriyor. Dışarıdan içeriye göz atarken sanatçının sürrealist
fırça darbelerini görebiliyorduk. Sanat eserlerine dışarıdan bakarken içeriye girmek
gibi niyetimizin olmadığı anda fırça darbelerinin sahibi Valentin bizi içeriye
davet ediyor. İçeri girdiğimizde Sürrealizm ve Salvador Dali etkilerini
gördüğümüzü anlatmaya çalışırken Valentin Da Vinci'den de etkilendiğini
anlatıyor bize. Brüksel'de yaşayıp yaşamadığımızı merak ediyor. Türkiye'den
geldiğimizi söyleyince, "Merhaba Komşu" diyor. Ben de birkaç Bulgarca
sözcükle karşılık veriyorum O'na.
Sofya
doğumlu Valentin yaklaşık 23 yıldır İspanya'nın Malaga şehrinde yaşıyormuş.
Sanatından, eserlerinden, Bulgaristan'dan, Türkiye'den bahsederken belki bir
gün Malaga'daki stüdyosunu ziyaret edebileceğimizi söylüyoruz. O da gayet mutlu
bir şekilde "Neden Olmasın?" diyor. Freiburg'ta geçici süreyle
yaşadığımızı söyleyince hemen Scwarzwald'ten bahsediyor bize. Stuttgart'a çok
yakın olan Herman Hesse'nin doğum yeri Calw'de iki defa sergi açtığını
anlatıyor. Tüm bu sohbetler esnasında bir adet eserini satın alan kişilerle de sohbet etmeyi ihmal etmeyen Valentin bizi İspanyol eşi Charo ile
tanıştırıyor. Kendisi Bulgarca öğrenmiş ve benim orada doğduğumu öğrenince
benim de Bulgarcayı bilip bilmediğimi soruyor. Eşi Valentin gibi nazik, zarif
bir hanımefendi. Biz sergiyi bir yandan gezip bir yandan sohbet ediyoruz,
eserler de sohbet kadar iç açıcı ve dikkate değer. Kaldığımız
sürenin sonuna gelirken bir hatıra fotoğrafı çektirmeyi ihmal etmiyoruz.
Brüksel'i silahların gölgesi yerine sanatı ile hatırlatacak Valentin
Kovatchev'e sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz.
26 Temmuz 2015 Pazar
Gezdim Gördüm ve Yaşadım - Freiburg
Rathaus Platz |
Rathaus Platz |
Şehir İçindeki Kanallar |
Münster Platz - Her Gün Pazar Kurulur Bu Meydana |
Çakıl Taşları ile Nakşedilmiş Kaldırımlar ve O Kaldırımdaki Dükkanların Sembolik İfade Biçimlerine Bir Örnek - Optik Mağazası |
Markthalle- Dünya Mutfakları Birarada |
Münsterplatz - Katedral ve Pazar Yeri |
Çakıl Taşlı Yollar |
StuSie - Seepark'taki Öğrenci Yurdu |
KG I Binası içindeki Amfilerden Bir Tanesi - Freiburg Üniversitesi |
Klasik Arkeoloji Enstitüsü Kütüphanesi |
St. Georgen - Bağcılık ve Şarap Gezisi |
Freiburg Alt Stad - Kapı Giriş ve Çıkışı |
Münsterplatz'a çıkan dar bir sokak |
Jazz Hause |
Arkeoloji Müzesi |
Augistiner Müzesi |
Augistiner Müzesi |
Seepark |
Demir Kule - Kara Orman |
Demir Kule - Kara Orman |
Demir Kule - Kara Orman |
Demir Kule - Kara Orman |
Yurt Odası |
Seepark |
Seepark |
Seepark |
Seepark |
Seepark |
Maden Müzesi |
Kara Orman |
Mensa - Öğrenci Yemekhanesi |
Münsterplatz - Müzik Festivali Dönemi |
Münsterplatz - Müzik Festivali Dönemi |
Su Kanalı ve Çocukların Eğlencesi Yelkenli |
Freiburg Üniversitesi Müzesi |
Freiburg Üniversitesi Müzesi |
Freiburg Üniversitesi Müzesi |
Freiburg Üniversitesi Müzesi |
Freiburg Üniversitesi Müzesi |
StuSie Seepark - Yurt Binası |
Freiburg - Dreisam |
Freiburg Altstad - Bir Zamanların Giriş Çıkış Kapısı - Şimdiki McDonald's |
Demir Kule - Kara Orman |
Demir Kule - Kara Orman |
Demir Kule - Kara Orman |
Stadgarten |
Stadgarten |
Stadgarten |
Eschholzpark |
Herz-Jesu-Kirche |
Bahnhof |
Freiburg Üniversitesi - KG I Binası |
Bibliothek |
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Hangi Avrupa Ülkesinde Yolunu Kaybetmek İsterdin? A. Andorra B. Liechtenstein C. San Marino D. Monaco E. Luxembourg F. Malta
-
BİR KAZININ GÜNLÜĞÜ: AKARÇAYTEPE * Akarçaytepe, Şanlıurfa il merkezinin batısında Birecik ilçesinin güneyinde Akarçay köyünün ...