2 Nisan 2021 Cuma

 Hangi Avrupa Ülkesinde Yolunu Kaybetmek İsterdin?

A. Andorra

B. Liechtenstein

C. San Marino

D. Monaco

E. Luxembourg

F. Malta

22 Aralık 2016 Perşembe

DÜNYA, MARS ve ÖTEKİ HER TÜRLÜ ŞEY

Alternatif bir arayışa yönelmek mi, bir arada yaşamaya karar vermek mi? Yoksa her ikisi de mi? Dünyanın bu halini kabul etmeyip iyileştirmekle beraber Mars'ta yaşam kurmak, neden olmasın? Dünyaya ne kadar alıştık, dünyayı ne kadar içimize sindirdik ve neden hala birbirimizin boğazını gırtlaklıyoruz? Ve 7 milyarlık bir nüfusa nasıl ulaştık? Kendimizi ve evreni tanırken o bitmek bilmez merağımızı nereye kadar götüreceğiz? Sonsuzluğun içinde gidebildiği yere dek elbette, değil mi ama? Vahşi kapitalizmin yarattığı çeşit çeşit savaşlar, açlık ve susuzlukla mücadele eden insanlar, iklim meselesi, su sorunu, kirli hava derken geleceğe bırakacağımız miras bunlar olmayacak, olmamalı! Olacak olanı laflarsak; sanat, bilim, temiz çevre, temiz siyaset, temiz spor, özgürlük, sağlam bellek, beraber yaşama ve üretme isteği ile temebellik hakkımız şimdinin ve iki adım ötesinin yaşam pratikleri olmalıdır... 7 milyar, neden 7 kişilik bir aile gibi birlikte yaşayamasın ki? Bunlarla birlikte Mars'ta nasıl yaşayabilirizin cevabına bu psikolojik, duygusal ve pragmatik unsurlar da dahil olabilir. Elbette bitmeyen hayal gücümüz ile merağımız Mars'ı ve diğer yıldızları düşünmemizi kaçınılmaz kılıyor. Hayat var mı, koloni kurulabilr mi, Dünya - Mars arası seyehat gerçekleşebilir mi? Olur, hepsi olur; da önce insan olduğumuzu unutmayalım ve tüm değerleri içimize sindirebilelim. Farklı ve farksız tüm renkleri, renksizlikleri bilelim kabullenelim. Hal böyle olursa bilim dünyasının tüm çabaları birkaç tık olasılıkla daha rahat bir gerçekleşme zeminine sahip olacaktır. Mars'ı yaşayalım, Dünya'yı da yaşayalım; ama yıkmadan, yakmadan...

14 Haziran 2016 Salı

Bir Zamanlar Sanata Dair Karalamalarım


SANATIN ÇOCUKLUĞU*

Hafifçe beliren bir renk çizgisi, taşa çizilmiş insan vücudu, insan kendi gizemine tanıklık edercesine yepyeni davranışlar içerisinde...
Atalarımız yeni davranışlar geliştirerek hayvanlar aleminden uzaklaşıyor; ilk desen, ilk gravür beliriyor... Bu dönemde sanat hissi insanın tekelinde. 35000 yıl öncesinin insanları Homo sapiensler, her halükarda varlıklarının ispatında sanatsal bir yaratıcılığın başlangıcında…

Kuğu Kemiğinden Yapılmış Bilinen En Eski Flüt. Aurignacian Dönem, 35000-40000. Landmuseum Württemberg, Stuttgart.

Sanat kendini karmaşıklığa giden ve süregelen bir evrimin içinde buldu. Evrenle yaşamı birleştiren insanın kültürünü, zekasını, algılamasını geliştirmesiyle devam eden bir karmaşıklık içinde... Sanat insanın gerçeği zihinsel imaja dönüştürdüğü andan beri var. Bu anlamda “artistik” duygunun doğuşunu sorguladıkça bunun çok eski zamanlara gittiğini keşfederiz. Böylece çok çok eski zamanlarda iki veya üç yüz bin yıl gerilerde sanatsal eylemlerin izlerini buluruz.
İsrail'de günümüzden 235.000 yıl öncesine tarihlenen bir tabakada, kafayı ön plana çıkaran üstünde minik çizgilerin bulunduğu, biçimi kadın silüetini andıran bir taş bulunmuştur. Bundan farklı olarak farklı arkeolojik sitlerde atalarımızın yüz binlerce yıl öncesinde aşı boyası kullanmaya başladığını ortaya çıkardı. Bir kemik parçası üzerindeki birkaç oyuk çizgi, küçük bir taş koleksiyonu, renk izleri... Bunlar sanattan bahsetmek için cılız veriler. 35.000 yıl önce modern insan, sofistike tekniklere geçiyordu. Boyuyor, oyuyor, biçim veriyordu. Onlar çoktan usta mı olmuşlardı?. İşte gerçek sanat böyle mi doğuyordu?
Hayvanların bıraktığı izler, sanatın doğuşunda baskın rol oynamış olmalı. Paleolitik Dönemin avcıları, yırtıcı hayvanların izlerini çok iyi biliyorlardı. Genç erkeklere bu izleri tanımayı öğretmek, eğitimlerinin önemli bir etabını oluşturuyordu. Kendini daha iyi anlatabilmek için desen çizmek, sanatın ortaya çıkışındaki ihtimallerden biri...
Günümüzden 38000 yıl öncesinden itibaren Neolitik Dönemin başlangıcına dek sanat, kendini çoğunlukla hayvanların, nadiren insanların betimlendiği mağara resimleri, gravürler ve heykeller olarak gösteriyor. Bugün çok eski zamanlardan bize ulaşanlar özellikle korunmuş olan freskler, yani mağara içindekiler...

Paleolitik İnsanının Mağara Tavanına Yaptığı Resmi Gösterir Replika, Barcelona Arkeoloji Müzesi.

1940'larda güzel ve  ünlü Lescaux Mağara'sı bulunduğunda daha güzeli bulunamaz dendi. Yüzyılın sonuna doğru, GÖ. 25.000-17.000 yılları arasına tarihlenen muhteşem hayvan resimleriyle Cassis'in küçük koylarında uykuya dalmış su altı mağarası Cosquer ortaya çıktı. Süslü mağaraların en eskisi 31000 yıllık Ardeche'deki Chauvet Mağarası... 31000 yıl önce atalarımız sonsuza kadar kalacak eserler verdiklerini düşünmüyorlardı herhalde...
Gravür en yaygın usule benziyor, belki de iyi korunduğu için bunu seçiyorlar. İnsanlar kayaların değişken kısımlarından yararlanarak bitmez tükenmez bir çeşitliliğe ulaşıyorlar; ince gravürler, kazıyarak temizlemeler, çubuklarla işaretlemeler, derin gravürler yada kirli araba camlarına resim yapan çocuklar gibi yumuşak tabakayla kaplı yüzeylerin üzerine parmakla yapılan gravürler... Mağaraların içinde tamamıyla parmak iziyle kaplı iç bölmeler ve kemerler bulunmuştur. İnce gravür yapımı en zor olanıdır. Gravürü yapanlar bunları genelde çakmaktaşından sert bir uçla işlemişlerdir. Sonra kayanın yüzeyinde kalan incecik bir tabakayı kaldırıyor ve beyazlık elde ediliyordu. Ama birkaç yüz birkaç bin yıl sonra gravürün üstü kirleniyor ve yanındakiyle aynı rengi alıyor.

Ulusal Arkeoloji Müzesi'ndeki Paleolitik Dönem Gravür Sanatına Dair Örnekler, Paris.

İnanılmaz bir sanatsal olgunluğun delili bunlar. 30-35 bin yıl önce atalarımız bütün teknikleri biliyorlardı. İlave rölyeflere şekil vermek için iş bölmelerin doğal çevrelerini kullanıyorlardı. Üçüncü boyutu ikinci boyuta çevirmeyi biliyorlardı; Chauvet Mağarası'nda bu görülüyor. Lescoux'da tavana ulaşmak için iskele kuruyorlardı. Bunun delikleri  hala Fransızların en güzel mağarasında görülür.

Ulusal Arkeoloji Müzesi'ndeki Paleolitik Dönem Müzik Aletlerine Dair Örnekler, Paris.

Ve karşımızda yağlı boya resim! Boyanın imalatı için çakıl topluyorlar. Kilin içine demirin biyoksidini karıştırıp aşı boyası rengi, kömür veya manganezin biyoksidiyle siyah, demirin oksitleriyle de kırmızı elde ediliyor. Çakıllar kalem gibi kullanılarak desen çiziyorlar.
Lescaux'daki hayvanlar boya üflenerek yapılmış yada belki sivri bir kemiğin yardımıyla. Delikli resim kalıbı tekniği gibi. Böylece çok ilginç kabartılara imkan veren bir tür leke elde ediliyor. Resimler parmakla yada at yeleleri yada başka hayvanlardan elde edilen tüy fırçalarla yapılıyor. Paleolitik çağ ressamları neredeyse her şeyi icat etmişlerdi.

Ulusal Arkeoloji Müzesi'ndeki "La Dame A La Capuche, Paris.

Masalsı atlar, bilmece gibi bizonlar, çizgilerle delik deşik edilmiş kişiler... Boyuyorlar, heykel yapıyorlar, oyuyorlar ve güzel mağaraları bize miras bırakıyorlar. Bu sanatçılar aynı zamanda avcılık ve toplayıcılık da yapıyorlar …

Venus Von Willendorf, Viyana Doğa Tarihi Müzesi.

 Mağaralarda dev dağ keçileri, boğalar, inekler, siyah yeleli atlar, narin geyikler kaba bizonlar karşımıza çıkıyor. Lescoux'da ve diğer mağaralarda gördüğümüz o muhteşem hayvanlar… Mağaralarda aynı zamanda pek çok gizemli işaret ve birkaç insan eskizi var.
Sanatçılar güneşi, ayı, bulutları, yıldızları işlemiyorlar. Florayı da görmezden geliyorlar. Ne ağaçlar ne de bitkiler var… Manzara da yok ev de... Yiyecek toplayan grupları gösteren sahneler de görünmüyor. Günlük yaşam betimlenmiyor. Görünüşe göre atalarımız, aile yaşamını göstermek gibi bir amaç için resim yapmıyor. Hayvanlar binlerce yıllık uzaklıktan bile son derece canlı sanki bir kaya duvarından diğerine sıçramaya hazır duruyor gibiler. Basmakalıp düşünceyle at, bizon yada mamutlar yapmıyorlar. Tam tersine onları yaşı, cinsiyeti ve davranışlarıyla tanınması mümkün kişilikler olarak gösteriyorlar. Örneğin; yaşlı ve erkek bir bizon söz konusuysa yeri eşeler çünkü mutlu değildir.
Belirsiz işlenmiş tam figürler dışında mağaralarda vücudun bazı kısımları tek başına kollar yada kafalarla karşılaştırılmıştır. Genelde saçsız yapılmış, karikatürümsü çizgiler taşıyan bazen dev burunlu, kafalarına bakılarak dişi mi yoksa erkek mi olduğu anlaşılamayan betimlerdir. Vücudun diğer kısımları ve bazen cinsel organları da var. Cosquer'de erkek cinsel organı betimlenmiş. Ancak genel duruma bakıldığında kadın cinsel organı daha fazla. Mağara bir çeşit anne oluyor, toprağın anneliği gibi....
Prehistorik Dönem sanatçıları mağaralara tuhaf işaretler yapıyorlar adeta imzalarını atar gibi. Duvarlara işlenmiş meşhur gizemli eller... Boyalı ellerini kayalara yapıştıran atalarımız "pozitif el" dediğimiz şeyi elde ediyorlar. Delikli resim kalıbı tekniği ile de negatif eller yapıyorlar. Ellerini iç bölmeye yapıştırdıktan sonra çevresine boya üflüyorlar. Böylece parmakları kontur halinde beliriyor.
Mağaraların iç bölmelerini kaplayan o noktalar, o çizgiler, o çomaklar... Freskler kadar gösterişli olmadığını düşünebilirsiniz. Buna karşın çok sayıdalar. Chauvet Mağarası'ndaki tek bir panoda yüz yirmi kırmızı nokta var. Bu işaretler 20000 yıl boyunca süren Paleolitik sanatın şaşırtıcı sürekliliğini gösteriyor. Hiyerogliflerden farklı olarak bunların çözümü imkansız gibi görünüyor.
Paleolitik Dönemde yaşamış büyük baba ve ninelerimiz düşmanlarla dolu bir dünyada hayatta kalmak için mücadele ediyorlardı. Kesinlikle dışarıdan başka bir güçten yardım istemek zorundaydılar. Mağara resimleri sanatın ötesinde büyü törenlerini anlatıyor. Her resim ve gravür bir av törenini tasvir ediyor. Büyücü avı kolaylaştırmak için mağaraya gidiyor ve bir okla delinmiş bizon resmi çiziyor. Dişi hayvanlara büyük bir karın eklerse bu av hayvanlarının üremesini garantilemek içindir. Aslan gibi tehlikeli bir hayvan çizdiğinde desenin üzerine bir çakıl taşıyla aralıksız vurur ve onu yaralar yada yok eder.
Paleolitik sanat, tartışmasız sembolizme, inanca, kutsallığa dayalıydı. Paleolitik Dönem insanları ulaşılması zor karanlık mağaralara, zorlayıcı nedenler olmadan girmezlerdi. Eğer bu binlerce yıl aynen uygulanmışsa altında yatan nedenleri ortaya çıkarmak gerekmez mi?

* 2002 yılında www.prehistorya.com  adlı internet sitesinde yayınlanmıştır.







9 Haziran 2016 Perşembe

2016 Arkeoloji Kumpanyası Öncesi Bir Nostalji: AKARÇAY TEPE (2002)


BİR KAZININ GÜNLÜĞÜ: AKARÇAYTEPE *

        Akarçaytepe, Şanlıurfa il merkezinin batısında Birecik ilçesinin güneyinde Akarçay köyünün                 batısında Fırat Nehri'nin doğusunda yer alır…

Akarçay Tepe 2002. Oğuz Erdur, Sezai Aydemir, Abdullah Değerli, Nazmi Üney, Mihriban Özbaşaran, Yutaka Miyake, Serhan Mutlu, Murat Akman, Güneş Duru. Behçet Süzen ve aramızdan ayrılan Hacı arka tarafta...

Günün ışıkları gözükmeden tüm kazı ekibi uyanır. Sabahın 04:30’da arkadaşınıza “Günaydın” dediğinizde içinizi çok garip bir duygu kaplıyor. Kahvaltı yapılıyor ve sonrasında tüm tepe ekibi minibüse biniyor. Nivo, mira, teodolit, cetvel, metreler, çantalar vb... kapılıp minibüse konuluyor. Minibüste ister uyuyun ister uyumayın Orhan Gencebay’ın  “Batsın Bu Dünya” şarkısını mutlaka dinliyorsunuz. Yarım saat sonra işçilerin bulunduğu Akarçaytepe’ye gelinir ve isim kontrolü yani okuldaki gibi yoklama yapılır işçilerin…

Akarçay Tepe 2002. Mihriban Özbaşaran, Osamu Maeda, Murat Akman, Erkan Akpınar, Yutaka Miyake, Abdullah Değerli, Raquel Piquet, Walter Cruells, Güneş Duru, Serhan Mutlu, Behçet Süzen, Nazmi Üney, Sezai Aydemir, Maria Sana ve Hitomi Hongo. aramızdan ayrılan Nur Balkan Atlı ve Miguel Molist fotoğrafta yer almıyor.


        Günün ilk ışıklarıyla Fırat’ın karşısında faaliyetler başlar. Akarçaytepeliler toprak altındakileri    
        görmek için çalışmaya koyulurlar. Ekipler üç kişiliktir. Kazmacı, kürekçi ve arabacı. Kazmacı                rütbeli sayılır. Kazmacı topraktaki değişikliği gördüğü vakit  arkeoloğu haberdar eder.

Orta PPNB 27 X Açması. Taş Temelli Kerpiç Duvarlı Izgara Planlı Yapı
Akarçaytepe’yi uluslararası bir ekip kazıyor. Japon, İspanyol, Türk arkeolog ve öğrencilerine işçileri Kürt olanlar destek veriyor. Kazı başkanı İstanbul Üniversitesi Prehistorya Anabilim Dalı Profesörü Nur Balkan Atlı’dır. Çalışmanın belli bir yerinde bir ses yükselir "PAYDOOOS". Bunu dile getiren herkesle çok iyi geçinen sıcakkanlı Miguel Mollist’ten başkası değildir. Kuşluk vakti herkes için bir dinlenmedir. Kaçak çaylar peynir, ekmekle içilir ve bir de karpuz varsa deymeyin keyfimize. Atıştırırken durum tahlili de yaparsınız ama daha çok geçmiş anlatılır. Murat Abi’nin Braidwood'larla olan anıları çok hoştur. Yarım saatlik vakit dolmuştur ve “İş başı” Erkan tarafından haber verilir. Arkeoloji kazarken tahrip etmek esasına dayanır. Alttakini bulmak için üstteki yerinden kaldırılır. Ancak belgeleme devreye girer. Arkeolog ya da öğrenci; ocağını, duvarını, temelini kaldırmadan önce mutlaka siyah beyaz, renkli fotoğrafı ile beraber diasını çekmeli ki bu kanıtlar Kültür Bakanlığına, müzeye, kazı komiserine (Behçet Abimiz) verilebilsin. Bu iş bitince ise çizime geçersiniz. “Güneş” tepenizde ise işiniz zor demektir. Hareketin hemen hemen hiç yapılmadığı çizimde güneş başınıza geçebilir. Ancak bunun da korunma yolu var elbette; “poşu” başa... Hem başınızı hem de ensenizi sıcaktan korur. Çizim günlerce sürecektir. Yani bol kağıt, kalem, silgi esasına dayanır.

25 U Akarçay Tepe II. Evresi Kireç Taşından Tabanlar ve Düzlemler ile Özensiz Yapının Duvar Kalıntıları

Bugünün arkeolojisinde bir kazı başlamadan amaçları saptanır. Uygulanan kazı sistemi, kayıt sistemi, ekibi oluşturan uzmanların niteliği, toplanan verilerin çeşidi bu çalışma bütünün parçalarıdır. Ama kurtarma kazılarında tüm güçler seferber edilir. Önceki yılların kılı kırk yaran titizliğine vakit yoktur.Araştırmak ve keşfetmek yalnızca kazı alanıyla sınırlı değildir. Tatil günlerinde (Kazılarda tatil genelde Cuma günüdür; işçiler “Cuma’ya” gider.) Peygamberler şehri Urfa’nın Bedesteninde alışveriş yapılır. Harran’a, Göbeklitepe’ye veya pikniğe gidilir. Piknik Kargamış Höyüğü’nün yanı başında suyun ve Suriye’nin kenarında yapılır. Piknikte yenilir, içilir, top oynanır ... Piknikte bir de dedikodular alır başını yürür. Urfa acısının hakim olduğu etleri pişirmekte ayrı zevktir. Güreşmek, uzun eşek oynamak ve ağaçlara tırmanmak sizi stresten uzaklaştırır. Tozuyla toprağıyla bir gün daha geride kalmıştır, tepede. Akşam sofrası kazı hayatının en zevkli anlarındandır. Konuşulur, tartışılır, gülünür ve bol bol içilir (iyi arkeolog iyi içer misali)...

*2002 yılında "prehistorya.com" adlı internet sitesinde yayınlanmıştır. Bu metinde ise birkaç değişiklik yapılmıştır. 

Akarçay Tepe 2002. Tepede Son İş Günü.

26 Mart 2016 Cumartesi

Espagne'da Catalunya ve Andulusya Gezisi

CATALUNYA


Plaça de Catalunya

Dediler ki Freiburg Almanya Federal Cumhuriyeti'nin en sıcak yeridir, rahat edersiniz. Aman ne sıcak ne sıcak yanıyoruz şubat ayı içinde. Yahu hadi denilenler yalandı, istatistikler de mi yalan be kardeşim? Almanya'da en yüksek sıcaklıklar Freiburg'ta görülürmüş! Külliyen büyük şansızlık, her yer gri, soğuk ve sıkıcı. Eee ne yapalım, dedik ki hazır kurslar da sunumlar da sona ermişken gidelim Catalunya'ya ve Andulusya'ya... Ne şahane etmişiz ki de gitmişiz be more, hemi de bir hafta boyunca kemiklerimiz ısındı.

Plaça d'Espanya


Les Rambles

Çocukluk hayalim desem fazla ileri gitmiş olurum ancak "total futbolun" bayrak yarışçısı Johann Cruyff sayesinde aklıma ve ruhumun her bir yerine kazınan Barcelona'yı görebilmek gençlik hayalimdi. Nou Camp'ı boş haliyle görmek yerine bir gün dolu tribünlerde bir futbol resitali izlemeyi yeğlerim. Barcelona hayalimde uzun plajlar, palmiyeler, sıcak hava, sıcak insanlar, mimarlığı yeniden tanımlayan Gaudi, Les Ramblas, deniz ürünleri varken kendimi hayalimin ortasında buldum. Ben artık bir Catalunyalıydım. Barcelona beni sarmaladı, hoşgeldin dedi. Çok nazikti, hiç mi hiç hırçın davranmadı, kavgası dövüşü olan anılar bırakmadı kendisinde. Büyük mü büyük bir şehir, her türlü organizasyona ev sahipliği yapmış. Catalunya başkenti Barcelona 1929 Dünya Ticaret Fuarı ile 1992 yılındaki Yaz Olimpiyatları'na ev sahipliği yapmış; tüm bunların ötesinde Plaça de Catalunya, Plaça d'Espanya gibi meydanlarına veya sokaklarına adım attığınızda çok kültürlü bir ortamla bir aradasınız. Roma İmparatorluğu Dönemi'ni yansıtan daracık sokakları ile Barri Gotic Mahallesi bizi zamanda geriye götürdü. 

Günümüze gelecek olursak Les Rambles Caddesi'nin fıkır fıkır hali Erotica Museum ile Mercado de La Boqueria civarında tavan yapıyor.

Mercado de La Boqueria

Barri Gotic

Her yerde rengarenk insanlar var ve bu insanlar arasındaki bizler rengarenk pazar içinde her türlü ortamdan sıyrılıp o mekana ait hissediyoruz kendimizi. Daha önce Atina Balık Pazarı'nda gördüğümüz manzaranın bir benzerini veya belki de bir tık ötesini yaşıyoruz Mercado de La Boqueria'da, çeşit çeşit deniz canlıları süslüyor tezgahları.

Barcelona çok kıymetli bir yere dönüştü bizim için. Antoni Gaudi gibi bir mimara sahip olan Barcelona veya Barcelona gibi bir şehre sahip olan Gaudi birbirlerine sımsıkı bağlı sevgili misali, büyülüyor da büyülüyor gelen gideni.
Casa Batllo

Casa Mila

Gaudi tüm gücünü inandığı dinden ve doğadan alan bir mimar. Fikirlerini, ruhunu belki de fazlaca çılgın halini eserlerine yansıtan nevi şahsına münhasır, bugün bir şekilde sıkıştığımız veya sıkıştırıldığımız köşeleri olan aklımıza çelme atar halde karşımıza çıktı. Keskin hatları, bariyerleri olmayan bu sıra dışı mimar çok çeşitli apartmanlar tasarlarken bir gün eserlerine bu kadar turistin ziyarette bulunabileceğini tahayyül edebildi mi acaba? Ulaşmak için ayaklarımızı ve sabrımızı kullandığımız upuzun yolu olan Güel ailesine teşekkür amaçlı yarattığı Park Güel, masmavi Akdeniz'e bakarken bir yandan da içini ağaçlarla süslediği büyük bir ormanı andıran Sagrada Familia'yı sergiliyordu Gaudi.

Sagrada Familia

Park Güel

İster inançlı olun veya inançsız hatta farklı tek tanrılı veya bin tanrılı dinlere inanın fark etmez, bu büyük orman bizi büyülediği etkilediği kadar sizi de sarmalayacak aradan yıllar geçse bile kendisini unutturmayacak. İçinde barındırdığı sembolik ifade biçimleri aklımızı zorlayacak, gördüğünüz ışık süzmeleri, mimari ayrıntılar ise mimarın ellerini öpecek kadar takdirimizi toplayacak cinstendi. Aman ha, önceden internetten biletinizi 15 Euro ödeyerek alın yoksa dışarıda bekler bekler durursunuz. Bu kadar gezmeye tozmaya can mı dayanır? Yemek şart. Bizler gibi tapası paella ile karıştıranlar varsa şimdiden uyarmak lazım. Tapas bildiğimiz abur cubur atıştırmalıklar anlamında iken, paella tavada pirinçle yapılan isteğe göre deniz ürünlü, sebzeli veya tavuklu gibi çeşitleri olan nispeten bizi daha çok doyuran lezzet çeşidi. Ama unutmayın ki her tarafta her bütçeye uygun yemek var. Uzak Doğu mutfağı da var Türk mutfağı da var. Plaça de Catalunya'ya çok yakın konumda yer alan La Taverna de Barcelona, Barcelona'ya dair pek çok şeyi bulabileceğiniz bir mekan. Tapaslar, Estella biraları, paellaları, deniz ürünleri ile özellikle turistlerin çokça gittiği bir mekan.

Museu Nacional d'Art de Catalunya

Bizim tamamen tesadüfen adım attığımız bu yerde Barcelona'nın La Liga'da ertelenmiş maçı oynuyordu televizyonda, herkesi büyük bir coşku kaplamıştı. Yemek yiyenler, sohbet edenler, içkilerini yudumlayanlar arasında kendimizi hiç mi hiç yabancı hissetmedik. Fiyatların Barcelona standartlarında olduğu bu mekandan mutlu mesut şekilde ayrıldık. Ancak mutlu mesut şekilde ayrılmadığımız bir mekan var ki fiyatları dudak uçuklatan cinstendi. Tavsiye üzerine Catalunya Tarih Müzesi'nin heman arkasında plaja yakın konumundaki salaş mekan La Bombeta'yı aramaya koyulduk. Uzun ve yorucu müzeler gezisi sonrasında yıpranan sinirler yemek bulsa rahatlayacak cinstendi. Ancak La Bombeta kapalıydı. Artık herhangi bir yer olsa da olurdu ve Restaurant Taverna El Guindilla adlı bir mekana oturduk. İç tasarımı ile dikkat çeken mekanda yediğimiz bir avuç içi tapas, salata, zencefilli bira ve Sprite içeceğe 45 Euro ödedikten sonra kendimizi Akdeniz'in serin sularına attık.

Plajda Voleybol Oynayanlar

Akşam hava karanlık dahi olsa plajda insanlar vardı. Voleybol oynayanlar, koşanlar, köpeğini gezdirenler ve kumdan kaleler yapan insanlara, içkilerini yudumlayan cafe barlardan sigara içmek için çıkan başkaları eşlik ediyordu. Hava tertemiz, ruhumuz dingin yolumuz otel odası. Kaldığımız otel Plaça de Catalunya'ya 10 dakikalık uzaklıkta Barcelona Üniversitesi'nin arkasında yer alıyordu. 1900'lerin başında imar edilen birbirini hem dikeyde hem yatayda kesen ızgara planlı caddeler sayesinde yolumuzu hemen bulabiliyorduk. Tripledos Bed & Breakfast adlı otele üç günlüğüne içinde kahvaltısı olmak üzere yaklaşık 180 Euro ödedik ve çok memnun kaldık. Uluslararası Barcelona Havalimanı'ndan bindiğimiz Aeurobus'a 10,20 Euro gidiş dönüş bileti verip yaklaşık 20 dk içinde Universitat durağına geldik. 

Barcelona Arkeoloji Müzesi

Ücreti havalimanı içindeki bürodan veya otobüse binmek üzereyken de ödemek mümkün. Biz Barcelona'dan Granada'ya gideceğimiz gün Uluslararası Barcelona Havalimanı'na  Plaça de Catalunya'daki Aerobus ana durağından otobüse binerek gittik. Farklı gidiş ve geliş imkanlarının varlığını bilmemize rağmen bize en rahat ve hızlı ulaşım yolu Aerobus olarak geldi.

Barcelona'nın rengarenk Plaça da Catalunya, Les Rambles ve Barri Gotic Mahallesi kadar bizi mutlu eden şehrin Plaça d'Espanya tarafındaki arena, Catalunya Ulusal Sanat Müzesi (Museo Nacional d'Art de Catalunya), İspanyol Köyü (Poble Espanyol), Arkeoloji ve Etnoloji Müzeleri oldu. Sanat aşıkları olmamızın yanı sıra sanat tarihine ve arkeolojiye olan bakış açılarımızın "uzun süreli" olması sebebiyetiyle müze gezilerimiz hem uzun hem de faydalı olmakla beraber bazen birbirinin tekrarından öteye geçemiyor, sinir bozucu hale bile gelebiliyor. Ancak Olimpiyat Köyü'nün de yakınında yer alan bu müzeler bölgesi bizim için çok güzel geçti. Museo Nacional d'Art de Catalunya ile Pablo Espanyol için kişi başı 18 Euro ödedik. Arkeoloji Müzesi 5, Etnoloji Müzesi için öğrenci tarifesi olarak 3 Euro ödedik. 

Barcelona Etnoloji Müzesi

 Museo Nacional d'Art de Catalunya'da Orta Çağ'dan günümüze dek yer alan sanat tarihi koleksiyonu içinde Ramon Casas'ın eserleri büyük beğenimizi topladı. Pablo Espanyol ise tamamiyle turistik bir yer. İspanya'nın her bölgesine ait ev, sokak ve meydan tipolojisi oluşturulmuş. İspanya fedaratif bir yönetim sistemine sahip ve gelen ziyaretçiler bölge bölge tüm yapı çeşitliliğini bir arada görme şansına sahip olabiliyor. 1929 yılındaki Dünya Ticaret Fuarı sonrasında turizme açılmış ve oldukça popüler bir yer. İçinde cafe, restaurant gibi işletmeleri olmakla beraber cam işçiliğini görebileceğiniz bir mekan da bulunmaktadır. Diğer gördüğümüz yerler olan Arkeoloji ve Etnoloji Müzesi bizim gibi arkeologların gidip görebileceği yerler arasında yer almaktadır. 


ANDULUSYA

Granada

Plaza de las Pesiegas

Barcelona'dan sonraki durağımız Granada. Andulusya içinde üniversite şehri Granada'ya Uluslararsı Barcelona Havalimanı'ndan Vueling Havayolları ile önceden satın almış olduğumuz kişi başı 45 Euro'luk biletlerle yaklaşık 1 saat 15 dakikalık yolculuk sonrası küçük mü küçük Federico Garcia Lorca Havalimanı'na öğlen saatinde iniş yaptık. 

Albaicin'de Dar Sokaklar

Şehir merkezine giden ve kişi başına 3 Euro ödediğimiz otobüse binerek yaklaşık 30 dakika sürecek yolculuğumuz başlamıştı. Biz Granada'da iki gün kalıp Seville'ye devam edeceğimiz için ya tren bileti ya da otobüs bileti satın almalıydık. Otobüsün 3 saat, tren yolculuğunun ise 3 saat 15 dakika sürdüğü Granada - Seville yolculuğu için şehir merkezinin kuzeyinde yer alan otobüs terminalinde (ALSA) inerek iki kişi için 45 Euro ödeyerek biletlerimizi satın aldık. Bu işimizi hallederek bir daha şehrin dışında kalan bu yere gelmekten kurtulmuş olduk. Şehir merkezinde yer alan Casa de la Catedral adlı otelimize gitmek için otobüs terminali önünden SN1 numaralı otobüse binip Constitucion durağında aktarma yaparak LAC isimli otobüsle Catedral durağında indik. Şoförden bilet satın almanın mümkün olduğu Granada'da tek biletle bir otobüsten diğerine aktarma yapmak mümkün ve sadece 1,20 Euro ödüyorsunuz. Otelimiz Granada Katedrali'ne bakan konumda yer alıyordu. Çok hareketli ve canlı bir yere geldiğimizi ilk bakışta anladık. Resepsiyona ulaşmak için biraz zaman harcasak da en nihayetinde karşılıklı çat pat İngilizce ile anlaşarak çatı katındaki otel odamıza yerleştik. Odamız Katedrali görüyordu. Temiz ve güzel bir odaydı. Hiçbir otelde görmediğimiz bir özelliği vardı tuvaletin, taharet musluğu bulunuyordu. İki günlüğüne içinde zayıf kahvaltısı olan odamız için 109 Euro ödedik. 

Plaza de San Nicolas'tan Alhambra Sarayı

Çok canlı ve hareketli olan bu şehirde herkes konuşuyor ve gülüyordu. İnanılmaz sımsıcak bir yerdi anlaşılan eskilerin Gırnatası. Ne yapalım ne yapalım demeden önce karnımızı doyurmalıydık. Capcanlı "Calle Navas" sokağına adım attık ve Casa Jose'nin mekanına oturduk. İki kişilik deniz ürünleri ile doldurulmuş tabağa ve 1 litre biraya toplam 20 Euro ödeyerek karnımızı doyurduk. Artık karnımız doymuş ve öğleden sonramızı şehrin sokaklarında geçirmeliydik. Amacımız gün batımını Alhambara Sarayı'nı karşıdan gören Plaza de San Nicolas'ta izlemekti. Elbette oraya gidene kadar Granada'nın tarihi sokaklarından geçerek ruhumuzu doyurmak niyetindeydik.

Plaza Nueva'da Müzisyenler

Plaza Nueva'da toplanmış insanlara biz de eşlik ettik ve müzisyen gençleri dinledik. Herkes mutluydu ve gülüyordu. İçimizi ısıtan herşey vardı bu samimi şehirde. Rio Darro nehrinin kenarında yüzlerce insanla beraber yürürken aldığımız tat tarih kokan sokaklar, meydanlar ve evlerdi. Sierra Nevada Dağları'nın heybetli ve tepesinde henüz erimeyen karları gözlerimizi kamaştırıyordu. Ne yüce dağlar silsilesisin sen be Sierra Nevada... Bir zamanlar Arapların yoğun şekilde yaşadığı bu şehirde adımlarımızı atarken hep bir merak vardı içimizde.

Rio Darro Nehri 

Alhambra uzaktan nasıl görünüyor, Albaicin'de daracık sokaklarda neler var, Flamenco kokan bu şehirde Flamenco izleyebilecek miyiz? O daracık ve tarih kokan sokaklar pek çok kişiyi kendine hayran bırakırken bizi de içine çekti. Büyük bir zevkle adımladığımız sokaklarda kaybolmak çok keyifli hale gelmişti. Amaçladığımız yere çıkmış Alhambra Sarayı'nı karşımıza almış ve yüzlerce insanın içinde kendimizi ve muhteşem Alhambra'yı fotoğraflamaya çalışıyorduk. Muhteşem havanın da eşliğinde çok çok kıymetli bir ana tanıklık ediyorduk. Asırlardır pek çok insana ve olaya tanıklık eden Granada bizi de kabul etmişti. Herşey o kadar acayipti ki, kitaplarda okuduğumuzu, ekranlarda izlediğimizi veya internetten araştırdığımızı karşımızda görebiliyor, koklayabiliyor en güzeli hissedebiliyorduk. Vakit artık şehre inme vaktiydi. Yine güzel mi güzel evlerin arasından iniyorduk ki Arapça el yazısı ile dileyene 1 Euro karşılığında ismini desenli kağıtlara yazanlara denk geldik.
Granada Sokaklarında 1 veya 2 Euro'ya Arapça El Yazısı ile İsminizi Yazdırabilirsiniz

Biz de yazdırdık adımızı. Alış veriş sokağına girdik ve kendimizi mistik bir yerden geçerken bulduk. Tanıdık bildik kokular vardı, bir yandan yabancısı olduğumuz ama tanımak için can attığımız bir zaman dilimindeydik. Yürüye yürüye vardık otel odamıza. Harika bir günü geride bırakmış değildik. Bir kişi için 16 Euro karşılığında Casa del Arte Flamenco'da yaklaşık 1 saat süren bizim için son derece keyifli bir gösteriye tanıklık ettik. Bizim için unutulmayacak bir deneyimdi. Unutulmayacak deneyimler listemize Alhambra Sarayı ile devam ettik ertesi gün. Yaklaşık 4 saat sürecek gezimize öğleden sonra başladık.
Casa del Arte Flamenco 

Generalife Bahçeleri - Alhambra 

Elbette önceden internetten bir kişi için yaklaşık 14 Euro ödeyip şehir içindeki Alhambra Kitabevi'nden biletimizi bastırdık ve bize verilen broşürle yolumuza yürüyerek koyulduk. Alhambra Sarayı büyük bir kompleks. İçinde Generalife Bahçeleri, Nasrid Palace ve Alcazaba gibi birbirinden uzak yerleri barındırıyor. Yürüyerek çıktığımız yolda karşımıza Puerta de las Granades kapısı çıktı ki ardı ağaçlarla kaplı çok hoş bir yolu bizlere sundu. Yukarıya giriş kapısına vardığımızda henüz zamanımız vardı. Biletini internetten satın almayanların oluşturduğu sırayı görünce çok şaşırdık. Upuzun bir sırası vardı. Saat 14.00 için satın almış olduğumuz biletle önceden girmemize izin vermediler. Denilen saatte girişimizi yaptık. Etkileyici mi etkileyici bir tur bizi bekliyormuş meğerse. Bahçeleri ile saray yapısı ile hakim bir tepede yer alan Alhambra kesinlikle bölgeye gelenlerin ziyaret etmesi gereken bir yer bizce. İslami felsefenin etkisiyle mütevazi, ağırbaşlı, dingin ellerin değdiğini anladığımız bu büyük yapı kompleksi, dünyanın her tarafından insanı kendisine çekmeye devam edecek gibi görünüyor. 

Seville

Granada'dan sabah saat 10:00'da otobüsle yola koyulduğumuz Seville Est Prado otobüs terminaline saat 13:00'te vardık. Yakınında yer alan Plaza de Espanya'ya adım atmak için büyük bir heyecan yaşıyorduk.

Plaza de Espanya

1929 yılında İber - Amerikan Dünya Ticaret Fuarı için inşa edilen bu büyük yapı kompleksi Arabistanlı Lewrance ile Star Wars I-II filmlerine kapılarını açmış. İçinde ve etrafında adımlarımızı atarken kendimizi bir filmin başrol oyuncuları gibi hissediyorduk. İçinden su kanalı geçen, kuleleri ve 48 şehrin seramiklerle yansıtıldığı oturma yerleri ile çok gözde bir yer olan Plaza de Espanya günümüzde pek çok enstitüye ve devlet kurumuna ev sahipliği yapıyor.

Torre del Oro

Plaza de Espanya'dan çıkıp Canal del Alfonso XIII boyunca yürümeye koyulduk. Şubat ayında içimizi ısıtan güneş bizi mest ederken uzaktan Torre del Oro gözüküyordu. İçine girmesek de uzaktan seyretmesi bile güzel olan bu kuleden sağ doğru Puerta de Jerez'den Alcazar yönüne doğru ilerlerken Calle San Gregorio üzerinde Cafeteria Restaurante Las Lapas'ta yemek yemeye karar verdik. İçinde çorbası ana yemeyi, tatlısı olan menüye kişi başı 12 Euro ödeyerek çok keyifli bir zaman geçirdik. Yemek sonrasında Alcazar Sarayı ve Seville Katedrali'nin yanından geçerek The Boutike Hostel'e vardık. İki günlüğüne kahvaltı dahil 83 Euro ödedik. Hoş samimi bir yer, açık mutfağı sayesinde günün herhangi bir saatinde hostele yakın konumdaki Supersol marketten aldıklarımızı hazırlayıp yiyebildik. Elbette sonrasındaki temizliği biz yaptık.

El Rinconcillo

Kano Antrenmanları - Canal del Alfonso XIII 

Otelden çıkıp İspanya'nın en eski restoranı olan El Rinconcillo'ya adım attık. 1670 yılında kapılarını açan mekana şöyle bir baktık ve çok hoşumuza gitti. Ancak karnımız tok gözümüz de pek olunca oturmadık. Canal del Alfonso XIII etrafına gittik ve kanal boyunca kano ile antrenman yapan sporcuları izledik. Dolunay sayesinde sokaklarını adımladığımız bu sıcak şehirde çok mutluyduk. Havanın ve iklimin kesinlikle insan üzerinde büyük bir etkisi olduğunu bir kez daha hissettiğimiz Seville'de sokakları gezerken karşımıza dünyanın en büyük ahşap rekonstriksiyonu Espacio Metropol Parasol çıktı. Asansörle tepesine çıkarak tüm Seville'yi görmek mümkün. Ancak biz sokakları gezmeyi tercih ettik. Sokak sokak gezerken Andulus el işçiliği ile yapılmış ve duvarımızı süsleyecek güzel bir tabak aldık. Akşam olmuş havanın ve dolunayın tadını otelin terasında içkilerimizi yudumlayarak çıkardık.

Ertesi sabah güneşli bir başka Andulus gününde Alcazar Sarayı'nı önceden internetten kişi başı için 10,50 Euro ödeyerek satın almış olduğumuz biletlerle ziyaret ettik.

Alcazar Sarayı

Alhambra Sarayı gibi hakim bir tepede değil de şehrin düzlüğünde kurulmuş olan Alcazar Sarayı, Alhambra Sarayı gibi büyük değil; ancak bahçeleri, mimarisi ve süslemeleri ile muhakkak görülmesi gereken büyüleyici bir yer. Popülerliği asırlardır süregelen saray son yıllardaki Game of Thrones dizisi ile başka bir anlam kazanmış. Dizi çekimlerinin yapıldığı mekanları görmek için pek çok kişi Alcazar'ı ziyaret ediyor. Alcazar sonrasında Plaza de Espanya yakınında yer alan Seville Arkeoloji Müzesi'ni öğrenci olmamızdan sebeple ücret ödemeden gezebildik. Ancak yetişkin ücretinin de çok düşük olduğunu belirtmekte fayda var. Müzenin Prehistorya ve Protohistorya bölümlerinin kapalı olmasından dolayı müzeyi hızlıca gezdik ve Roma koleksiyonunun oldukça başarılı şekilde sergilendiğini gördük.

Seville Katedrali

Ertesi gün öğleden önce Seville Havalimanı'na gitmek için Plaza de Armas'dan kişi başı 4 Euro ödeyerek otobüse bindik ve yaklaşık 50 dk. süren yolculuğun ardından alana geldik. Basel'den Barcelona'ya Easy Jet ile gelmiş dönüşü de aynı hava yolları ile Seville - Basel hattında gerçekleştirdik. İki kişi gidiş dönüş uçak biletlerine toplam 110 Euro ödeme yaptık. Catalunya ve Andulusya gezimiz bir hafta sürdü ve bu sayede gezdik, gördük, tattık, hissettik, nefes aldık. Darısı tüm yola çıkanların başına. Sevgiyle kalın...

 Hangi Avrupa Ülkesinde Yolunu Kaybetmek İsterdin? A. Andorra B.  Liechtenstein C. San Marino D. Monaco E. Luxembourg F. Malta